Küçük kıyametin 9'uncu günündeyiz. Dünyada eşi benzeri olmayan bir dehşet yaşadık. Deprem ülkesiydik ama bu kadarını kimse tahmin etmedi, edemezdi de. Kayıplarımız büyük ama umudumuz da bir o kadar büyük.
Bir yanda enkaz altından çıkan mucize hayatlar var, bir yanda o hayatlar için koşan ve müthiş bir yardımlaşma örneği veren millet. Devlet, yerel yönetimler, sivil toplum ve siyasi partiler var. Dahası hâlâ insanlığın ölmediğine şahit olduğumuz, yardım ve kurtarma ekipleri göndermek için çırpınan bir dünya var.
Savaşa ve onca kötülüğe rağmen hâlâ yaşanabilir bir dünya varsa bu yüzdendir
Ne yazık ki umut veren bu fotoğrafa rağmen asıl sorunumuz siyasilerin deyimiyle iç cephemizde... İçimizde daha depremin ilk anından itibaren umutsuzluk yayan, yalan haber yapan, kışkırtan, felaket üzerinden siyaset yapanlar var.
Sayıları da az değil, sonunda İçişleri Bakanı Süleyman Soylu isyan etti: "Yaşadığımız tek güvenlik sorunuyağmacılık değil, yalancılıktır. Allahhepimizi bundan muhafaza etsin."
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ise şöyle diyordu: "O kadar çok yalan var ki hangisiniyalanlayacağımızı şaşırdık."
Gerçekten de deprem sabahından itibaren yaşanan dehşeti, özel sağlık sorunlarım nedeniyle uzaktan izleyen biri olarak o yalanlar karşısında dehşete düştüm.
O kadar çok yalan söylendi ki, İletişim Başkanlığı bünyesinde İdris Kardaş başkanlığında kurulan Dezenformasyon Birimi, yalanları yalanlamak dışında başka bir iş yapamaz oldu. Üstelik bunlar sıradan yalanlar da değildi. Her yalan toplumun sinir uçlarınıharekete geçiren, kendi dışındaki toplumsalkesimi düşmanlaştıran tehlikeliyalandı.
Aslında bu bir siyaset tarzıydı... Daha ilk günden "İktidar enkaz altında kaldı" diye sevinen bir siyaset tarzıydı. Yurtdışına kaçan darbecilerden içerideki "muhalif" siyasetçiye, gazeteciye kadar hepsi aynı kirli operasyonu yürüttü. Tek amaçları da infial ve kaos yaratarak "iç savaş" zemini oluşturmak. Bu yüzden "yalan" deyip geçmemek gerekiyor.
Şu söylenenlere bakın:
Ümit Özdağ: "SuriyelilerFenerbahçe TIR'ını yağmaladı.Suriyeli bir kişi, itfaiye personelinintelefonunu çaldı."
Ali Babacan: "Kimliği tespit edilemeyencenazeler resmi verilere dahiledilmiyor."
Fatih Altaylı: "Savcılar mesai bittidiye işlem yapmadığı için cenazelertoprağa verilmiyor."
Eski CHP'li yeni TİP'li milletvekili SeraKadıgil: "Deprem bölgesinde bir taneKızılay çadırı gören var mı? Çorbadağıtan Kızılay var mı? Niye? Başkanıilahiyat mezunu..."
Oysa Kızılay Başkanı Dr. KeremKınık tıp mezunu. Kadıgil'in derdi de ilahiyatüzerinden toplumu kışkırtmak. Aynıkışkırtıcı dili hem de yardım toplayanYoutuber Oğuzhan Uğur, "Hatay'dabaraj yıkıldı" tweet'iyle yaptı. Sonradantweet'i kaldırdı ama iş işten geçti.
Kültür Bakanlığı yapmış, "solcu" CHP Parti Meclisi üyesi Fikri Sağlar'ın yalanı ise daha kışkırtıcıydı: "AKP, Suriye'den yüz binlerceyeni sığınmacıyı Türkiye'ye getiriyor."
Bu kışkırtmaya İdris Kardaş dayanamadı ki sert cevap verdi "Açıkça provokasyon yapıyorsunuz.Tamamen yalan söylüyorsunuz.Bırakın yüz binlerce Suriyeliyi, yenitek bir kişi dahi gelmedi."
Bu kadar rahat yalan söylenmesi sıradan insanları da motive etti ve yalanların ardı arkası kesilmedi. Doğrusu bu yalanların altında iktidara muhalif olanların imzasının olması da hiç şaşırtmadı.
Peki, bu kesim buna neden ihtiyaç duyuyor?
Şu çok net: Kendilerine muhalif diyen kesim ciddi bir siyasi çaresizlik içinde. Siyaset üretemedikleri için felaketlerden bile medet umacak durumdalar. O ruh halini en iyi yansıtan "kontrollü deprem" demeye hazırlanan CHP Genel Başkanı KemalKılıçdaroğlu'nun siyasi savrulması... Bunu da bir başka yazıda ele alalım.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.