Mahkeme o ‘şüphelileri’ neden tutuklamadı?
Bunun için hiç tereddüt etmeden sorunun üzerine gitmek gerekiyor. Çünkü ortada sarsıcı bir gerçek var. Öncelikle de bu gerçek açığa çıkartılmalı. Dün de bugün de birilerinin bu tür vakalar üzerinden siyaset yapmaları bu amacı değiştirmemeli. Hukukun gereği neyse, en hızla şekilde o yapılmalı. Aslında sözünü ettiğimiz olayda, başlangıçta yapılan hatalar dahil yargı ve devlet işin üzerine gitmiş ve o utanç verici olayı bütün boyutlarıyla ortaya koymuş. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, mağduru korumaya alınmış, savcı da, anne-baba dahil "suçluların" yargılanması için sağlam bir iddianame hazırlamış. Zaten kamuoyu da bu vahşeti o iddianameden öğrendi.
Kısaca, ilk yargıya yansıdığı 2012'deki gibi üstü örtülmemiş. Ancak ortada yine de anlaşılması zor ve manidar bir durum var.
Nasıl oluyor da insanları ayağa kaldıran, dehşete düşüren bir saldırının şüphelileri tutuklanmaz?
Peki, iddianameyi hazırlayan savcı tutuklama istemiş mi?
Hem de iki kez istemiş. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı, iki kez tutuklanma istediği halde ne yazık ki mahkeme tutuklama istemini kabul etmemiş. Neden acaba?
Gariplik sadece burada da değil. Mahkeme davayı 30 Ekim 2022'de açıyor. Ama nedense davanın görüleceği ilk duruşma tarihi de 8 ay sonraya yani Mayıs 2023'e verilmiş. Böyle bir dava için uzun bir süre...
Mahkemelerde büyük bir birikim mi var bilmiyorum ama öyle bile olsa toplum vicdanını sızlatan ve siyaseten kullanılmaya müsait bir davaya öncelik verilmesi gerekirdi. Mahkeme heyetinin bunu öncelememesini de anlamış değilim. Bu tablo sadece kafalarda soru işareti oluşturmuyor, davanın bir araç haline getirilmesinin ve uzun süre kullanılmasının da önünü açıyor.
Önümüzdeki süreçte sadece işin insani ve hukuki boyutu tartışılmayacak, aynı zamanda tarikat-siyaset ilişkisi de klasik bir araç olarak siyasetin malzemesi olacak. Özellikle de başını CHP'nin çektiği muhalefet, ellerine geçen bu fırsatı büyük bir coşkuyla kullanacak. Dertleri tarikat veya cemaatlerin şeffaflaşması, denetimi olsaydı ya da kendi çevrelerinde yaşanan taciz ve tecavüz vakalarının üzerine samimiyetle gidilmesi olsaydı, bugün karşılaştığımız sorunların çok daha azıyla karşılaşır ve ortak bir tavır gelişirdi. Dahası var; gerçekten samimi bir "helalleşme" arzusu olsaydı, bu vahşete bir siyaset aracı olarak değil, bir yeniden yapılanma ve kurumların temizlenmesi fırsatı olarak bakılırdı. Öyle bakmadıkları daha ilk günden devleti, hukuku ve siyasi iradeyi suçlu ilan etmelerinden belli... Sahi, insanı kahreden, içini acıtan böyle bir olaydan bile siyaset devşirmeye kalkılması sorunlu bir zihniyet değil mi?
Tam da bu yüzden yıllardır siyasi ve toplumsal kutuplaşma hiç bitmiyor.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Genç teğmenler ve organize işler (24.11.2024)
- Netanyahu savaş suçlusu, sıra İsrail’de (23.11.2024)
- Bahçeli’nin ikinci Öcalan çıkışı (22.11.2024)
- İmamoğlu, MYK’dan kimlerin atılmasını istedi? (21.11.2024)
- Trump çöküşü durdurabilir mi? (19.11.2024)
- Türkiye ve Trump’ın ‘Haçlı’ kabinesi (17.11.2024)
- ‘Devlet bir paradigma değiştirdi, bu bir çağrı...’ (16.11.2024)
- Trump, FETÖ okullarını kapatacak mı? (15.11.2024)
- Atatürk 10 yıl daha yaşasaydı (14.11.2024)
- Trump’ın öngörülemezliği ve Ortadoğu (12.11.2024)