Önceki akşam Madrid'den dünyaya duyurulan haberlerin manşeti büyük oranda aynıydı: "Türkiye'nin zaferi"veya "Türkiyeistediğini aldı".
Gerçekten de bir süredir NATO toplantısından nasıl bir sonuç çıkacağı, Türkiye'nin İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliğine karşı yürüttüğü siyasetin etkili olup olmayacağı merak ediliyordu.
Nihayet 4'lü zirveden Türkiye istediklerini alarak çıktı. Bu 70 yıllık NATO tarihinde bir ilkti. O 70 yılda, Sovyetler Birliği karşısında güvenlik şemsiyesi olmak dışında, NATO ve patronu ABD'nin, Türkiye'ye bir hayrı dokunmadı. Tam aksine darbeleri desteklediler, silah ambargosu uyguladılar.
Suriye iç savaşında NATO üyesi ülkeler Patriotlarını bile geri çekti.
Daha vahimi birkaç yıl önce bir NATO toplantısında Atatürk ve Başkan Erdoğan'ı düşmanlaştıran simülasyonlar yapılmasıydı. Özür dilense de NATO'nun hafızasında böyle bir düşmanlık vardı.
Ayrıca istisnası olduğunu sanmıyorum, NATO üyesi ülkelerin büyük çoğunluğu da başta FETÖ olmak üzere PKK ve YPG gibi çok sayıda terör örgütüne açık veya gizli destek verdi, halen de veriyor.
İşte Madrid'de, NATO'nun öncülüğünde Türkiye, İsveç ve Finlandiya'nın imzaladığı mutabakat metni, içinde yer aldığımız 70 yıllık kirli tarih açısından bir dönüm noktasıydı.
Böylece Türkiye sahadakiaskeri gücü, masadaki diplomatikmahareti ve değişendünya konjonktüründe yenisiyaset üretme kapasitesiyleetkili bir küresel aktör olduğunugösterdi ve NATO metnine istediğiniyazdırdı.
Artık terör örgütleri PKK, YPG ve en sinsisi FETÖ, Avrupa'da eskisi gibi cirit atamayacak. Belki İsveç dahil AB ülkeleri NATO metninde Türkiye'nin istediği talepleri bire bir yerine getirmeyebilirler. Böyle bir ihtimal de var. Ancak Türkiye bu gerçeği bildiği için bir müddet süreci izleyecek. Doğrusu AB ülkeleri veya ABD, terör örgütlerini desteklemeye devam etseler bile artık şu gerçek değişmeyecek: Onlar NATO kayıtlarına girdi. Türkiye bundan sonra onlar destek vermese bile çok daha etkili bir terörle mücadele yürütecek. Moral üstünlük artık çok daha fazlasıyla Türkiye'de...
Bu başarı aslında Türkiye'nin 15 Temmuz sonrası izlediği kararlı siyasetin bir getirisi. Bir anlamda, Libya'da, Karabağ'da, Katar'da, Suriye'de veya en son Ukrayna-Rusya Savaşı'nda ürettiği siyasetin ve ilkeli duruşun bir sonucu... Ve kararlı bir siyasi liderliğin.
O siyasetleri izlemeseydi Türkiye bugün burada olamazdı.
Ama ne acıdır ki, Batılı emperyalistlerin bile kabullenmek zorunda kaldığı bu siyasete, içerideki muhalefet partileri hâlâ muhalefet ediyor.
Hâlâ "Libya'da ne işimizvar?" kafasında bir çizgiizliyor. Muhalefet, İsveç veFinlandiya'nın NATO üyesiolma konusunda Türkiye'ninkarşı çıkışına destek vermediğigibi ya susuyor ya da CHP'liÜnal Çeviköz gibi "teslimiyet"siyaseti öneriyor. Şu halebakın; Başkan Erdoğan'ınFinlandiya'nın NATO üyeliğiyolunda PKK-YPG sorununugündeme getirmesini Çeviköz,"taktiksel bir hata" olarakyorumluyor ve şöyle diyebiliyor: "NATO ortaklarımızdangüçlü tepkiler almasına şaşmamalı."
Doğrusu sadece CHP değil,6'lı muhalefet partileri de NATOmeselesinde iyi sınav vermedi. Ya sustular ya da muğlak açıklama yaptılar. Tıpkı Libya'da, Karabağ'da olduğu gibi... Bu tablo muhalefetin dış politika dosyasının giderek kabardığını gösteriyor. Türkiye'nin tezlerine İsveç muhalefetinin bile destek verdiğini halk bir yere not ediyor. Bu da doğal olarak sandığa yansıyacak.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.