Boğaziçi Üniversitesi'ndeki protesto eylemlerinin şirazesinden çıkacağı ilk günden belliydi. Çünkü içeride ve dışarıda pusuya yatmış, beklenti içinde olanlar vardı. Daha vahimi, bu sadece dış güç veya bir avuç terör örgütü ilişkili grupların değil, başta CHP olmak üzere birçok muhalefet partisinin de beklentisiydi. Onlar da bu kaostan medet umuyor.
Bu açıdan Türkiye'nin yakın tarihi acı tecrübelerle dolu. Her 10 yılda bir yapılan darbelerin öncesine bakın, hepsinde üniversiteler kifayetsiz siyasetçilerin sıçrama tahtası olarak kullanıldı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, bu yüzden şu tespiti yapıyor: "Boğaziçi'nin olan biteni izleyensakinlerine bir sözüm var: Hayattahiçbir başarının altında imzası olmayan,bir ajansın elinde oyuncak olan,solcu bile olmayan kart siyasetçilerintuzağına düşmeyin..."
Dün "Üniversite öğrencileri kıymamakinesinden geçiriliyor" denilerekMenderes'i idama götüren kirli süreç tamda böyle başladı. Binlerce gencin katledilmesineyol açan 12 Mart Muhtırası ve 12Eylül darbesi de aynı biçimde, üniversiteleri"devrimci merkez" yaptığını sanan"profesyonel devrimciler" ve "kartsiyasetçiler"in kışkırtmasıyla gerçekleştirildi.
Tarihten ders alınmadığı için de tarih hep tekerrür etti.
Bunu en acı biçimde Gezi kalkışmasında gördük. Yine ön saflarda gençler vardı. Yine "kart siyasetçiler" arka planda onlara güzellemeler yaptı. Kimi o gençleri "alnındanöptü", kimi de onları "küresel çağınen büyük devrimcileri" ilan etti...
Peki, o olaydan ölüm ve acı dışında geriye ne kaldı? Yeni bir siyaset veya siyasi aktör mü ortaya çıktı? Ülkede demokrasi mi derinleşti? Hayır... O tarihten sonra CHP'nin girdiği bütün seçimlere bakın, hepsini kaybetti. Parklarda forumlar oluşturan Gezi aklı da ortaya bir şey koyamadı.
Ne oldu biliyor musunuz? Hepsi FETÖ'nün arkasına takıldı ve küresel mahfillerde kendi ülkesini kötüledi, o kadar. Kazanansa onlar değil, Türkiye ile hesabı olan küresel güçlerdi.
Hâlâ aynı statükocu "kart siyasetçiler"devrede ve hâlâ gençler üzerindensiyaset devşiriliyor. Bu kart siyasetçiler,kendi sosyolojilerini de öyle umutsuzbir hale getirdi ki, bugün terör örgütü olarakgördükleri PKK'yı bile kendilerine AKParti'den daha yakın buluyorlar.
Bu inanılmaz, dehşet verici bir durum... Öyle bir körleşme yaşanıyor ki, siyasi tarihimizde şiddete pirim vermeyen, her defasında seçilerek gelen, Türkiye'nin temel sorunlarıyla yüzleşmenin önünü açan AK Parti "kötü", Başkan Erdoğan "diktatör", onlarca katliama imza atan terör örgütü PKK "iyi", FETÖ "mağdur", onları silahlandıran ve besleyen emperyalizm ise "dost".
Hatta o "dost ABD"nin Akdeniz'de, Libya'da ve Suriye'nin kuzeyinde Türkiye'yi tehdit etmesi bile umursanmıyor, içten içe sevinç yaratıyor.
Ankara'da PKK 37 insanı bombayla paramparça ederken, Kobani bahanesiyle 53 insan linç edilip öldürülürken kimsenin sesi çıkmıyor, tencerelerin tavaların sesi duyulmuyor, o katliamlara yol veren siyasi aktörlere övgüler düzülüyor ama bir üniversiteye rektör ataması söz konusu olunca yer gök inletiliyor.
Bu siyasi bir çürümedir.
Uzatılan her eli iten, ötekileştiren bu siyasi aktörlere yeni bir el uzatsanız da işe yaramaz. O artık çaresizdir. Değişimi kabullenemiyor. Yeni bir çıkış yolu da bulamadığı için öfkeleniyor, nefret ediyor, saldırıyor.
Bu ruh halinin ürettiği düşünceyi en iyi Can Ataklı seslendirdi: "Erdoğan'ın gitmesiiçin büyük bir felaket lazım."
Bu hastalıklı durumu da dışarıdan birileri değil, ancak bu çürümenin içinde olan ve çürümeyi fark edenler iyileştirebilir.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.