Eski HDP Eşbaşkanı SelahattinDemirtaş'ın sol bir partiyle yenidensiyaset sahnesinde yerini almakistediğini yazdığım gün, bunu doğrulayanaçıklaması gündeme düştü: "Mesela ben dışarıda olsaydımbir sabah Başakile birlikteMeral Hanım'ınkapısını çalar ve'kahvaltıya geldik'derdim..." Akşener'inbuna "kan davası"hatırlatmasıylaverdiği kafaları karıştırancevabı bir yanaasıl neyin hedeflendiğinebakmak gerekiyor.
Asıl mesele HDP ile İYİ Parti'yi bir arada tutarak BaşkanErdoğan karşıtlığını diri tutmaktır. Bunun için de geçmişte irtica ve eksen kaymasıyla korkutulan siyasi aktörler ve toplum, bu kez "tek adam rejimi" ve otoriterlikle korkutuluyor.
Ve öyle bir körleşme yaşanıyor ki, devleti katil, siyasi iktidarı "faşist" diye suçlayıp, en kutuplaştırıcı dili kullandıktan sonra hiçbir özeleştiri yapmadan "Barışçıl vediyalog isteyen" bir Demirtaş portresi çıkartılıyor toplumun karşısına.
Ama dahası var; yüzyıllık Kürt meselesinde açılımlar yaparak elini taşın altına koyan Başkan Erdoğan'a sıcak bakmayan, Diyarbakır'a Mesud Barzani ve Şivan'la geldiğinde "hoş geldin" bile demeyen hatta tepki gösteren Demirtaş, şimdi "milliyetçi" Akşener'e sevgi pıtırcıkları yolluyor. Bu işte bir garabet yok mu?
Seçimle gelmiş bir iktidarı zora sokmak için 6-8 Ekim'e icazet veren, "çukur" eylemlerini destekleyerek darbe dinamiğini harekete geçiren, çözüm süreci heba edilirken susan, "Türkiyelileşmek" için verilen yüzde 13 oyu Kandil'e teslim eden, savunamayan Demirtaş şimdi naif bir siyasetçi rolünde sahne alıp şöyle diyebiliyor: "Sayın Erdoğan bizimle insani,siyasi ilişki geliştirmede ketumdu."Dikkat edin ne terör nedeniyle ülkeninyaşadığı derin acılardan, ne de ABDgibi küresel güçlerin bölgesel kuşatmasındansöz ediyor. Çünkü öyle bir derdiyok. Bu yüzden Demirtaş'ın çıkışı da,Akşener'in kafaları karıştıran cevapları da,Kılıçdaroğlu'nun bu ikiliyi sahiplenmeside bir siyaset mühendisliği çabasıdır. Buçabayı Joe Biden gibi dış aktörler de saklamıyor,açık açık destekleniyor.
Bütün hikaye, ne yapıp edip bu partileri bir arada tutmak üzerine kurulu. Herkes de işin doğal mecrasında akmadığının farkında.
Ortada bir dayatma var ve siyaset üretemeyenler kendi iradeleri dışında bir bilinmeze doğru sürükleniyor.
Öyle bir sürüklenme ki, kimse 20. yüzyıldan kalma "etnik ve dini milliyetçiliği" motive eden siyasi yaklaşımları sorgulamıyor hatta bazı öneriler itibar görüyor.
Bu önerilerden birini eski HDP'li Hasip Kaplan seslendirdi: "Akşener'inkazanması için yardımcısının birKürt olması şart..."
İlginçtir iki yıl önce cumhurbaşkanlığı seçiminde Akşener de benzer bir açıklama yapmıştı: "Ben başkan olursam niyeKürt başkan yardımcısı olmasın?"
Kürt meselesine bu perspektiften bakmanın nasıl bir sonuç yaratacağını, etnik, dini ve mezhebi kimlikler üzerinden kurum, konum ve statü paylaşılmasının ülkeleri ne hale getireceği acaba hiç düşünüldü mü?
Ya da Türkiye, son 70 yılda Irak, Suriye ve Lübnan'da denenen ve başarısız olan bu yöntemi mi örnek alacak? Ne yazık ki bu yöntem, birlikte yaşamaktan çok ayrılıkları derinleştirip Lübnanlaşmayla sonuçlandı.
Bu konuda CHP içinde ve çevresinde de ciddi bir tartışma sürüyor. Türkiye bin yıllık Türk-Kürt birlikteliğiniLübnanlaşarak mı sürdürecekyoksa yeni bir senteze ulaşarak mı?
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.