ABD'yle ikili anlaşmaların yapıldığı 1947'den sonra neredeyse her 10 yılda bir iç kargaşayla başlayan kısır bir döngü yaşadık. Şu tablo hiç değişmedi, önce ABD yardımları, dış krediler veya IMF borcuyla gelen suni bolluk. Sonra, "Sen üretirsenpahalı olur"denilerek körüklenentüketim. Ve hiç değişmeyenküresel borç-faizve enflasyon tuzağı...
Bu kısır döngüyü kim değiştirmeye kalktıysa ya askeri müdahale ya da darbeyle karşılaştı. Menderes'ten Demirel'e, Özal'dan Erbakan'a hep aynı yöntem uygulandı.
İktidarlar bu küresel tuzağı görseler de baş edemedi. Muhalefet de bu küresel tuzağı kendisi için bir fırsat görüp, "seçimleveya başka bir yolla" iktidarın yıkılmasını bekledi. Ne hikmetse bu işin başını da hep CHP çekti. Sadece 12 Mart öncesine bakın yeter. ABD, o günkü adıyla Sovyetler Birliği'nin Türkiye'deki Aliağa Petrol Rafinerisi, Seydişehir Alüminyum Tesisleri ve İskenderun Demir Çelik gibi yatırımların bedelini Demirel'e ödetmek için her şeyi yaptı. Ordu, aydınlar ve sol muhalefet de onlara destek verdi. O dönem ABD'nin gerekçesi neydi biliyor musunuz? Afyon'daki "haşhaş" ekimi...
Kongre'de konuşan o günkü ABD Adalet Bakanı bas bas bağırıyordu: "Amerikan gençliğini zehirleyenuyuşturucunun yüzde 80'iTürkiye'den geliyor. Türkiye önlemalmazsa cezalandırılmalıdır." Şimdi de aynı şeyi S-400 içinyapıyor.
Peki, ABD'nin gerçek derdi bunlar mıydı? Olmadığını herkes biliyor. Ama başta CHP olmak üzere özellikle sosyalist sol muhalefet ne yazık ki derindeki bu kavgayı görmedi, görmek istemedi. "Filipintipi demokrasi" diyerek mevcut sistemi küçümsediği gibi meydanlarda "MorrisonSüleyman" diyerek Demirel'e karşı ABD'nin yanında yer aldı. O günleri Dev-Genç'in önemli isimlerinden MünirRamazan Aktolga şöyle anlatıyordu: "12 Mart'ın devletçi generallerindenbile 'ilerici reformlar' bekleyen'solcular', 'sivil toplum örgütleri'neden o zaman Demirel'i baş düşmanilan etmişlerdi?"
Gördüğünüz gibi tarihin önemli kırılmanoktalarında ABD'nin Türkiye hesabıylabizim muhalefetin iktidar hesabı hepörtüştü. Tuhaf olansa bu muhalefetin hep"solcu" olmasıydı. Bu tesadüf olabilir mi?
Bu tablo 60, 28 Şubat ya da 15 Temmuz darbeleri öncesi de böyleydi. Onlar değişmedi ama ABD'nin yıkmaya çalıştığı iktidardaki siyasi akıl değişti.
Bugün ABD'nin darbelerini durduran ve siyaset üreten güçlü siyasi bir irade var ve direniyor. Bu nedenle de ABD ya da derin ABD, artık "darbeyle değilama seçimle..." deme noktasına gelmiş durumda. Gücü yetse darbe yapmaktan çekinmeyecek ancak yetmediği için Başkan Erdoğan'ı iktidardan indirmek için muhalefetle "işbirliği" yaptıklarını söylüyor. İşin daha vahim yanı muhalefetin de bu kirli işbirliğine itiraz etmemesi. Aslında bu işbirliğinin teorisini yazanlar bile var. Bakın eski MİT mensubu Cevat Öneş, mayıs ayında Cumhuriyet gazetesinde çıkan ve Kılıçdaroğlu'na yol gösteren yazısında açık açık küresel güçleri "yardıma" çağırıyor: "Ulusal-bölgesel-küresel düzeyde,demokrasi güçlerinin en geniş ittifaklarıve işbirliği çerçevesinde pozitifsonuçlar alınabilir."
Eski CHP genel başkan yardımcısıYılmaz Ateş buna sert cevap veriyor: "Böyle bir cephenin amiral gemisigörevi de CHP'ye verilmiş. Öneş,'CHP'nin öncü rol' üstlenmesini istiyor. Bu ülke adına kaygı vericidir."
Kime karşı? Seçilmiş iktidara karşı. Yani geçmişte onlarca ülkede darbe yaptıran, bugün darbeci Sisi'yi ağırlayan, BAE ile iş tutan ABD veya diğer küresel güçler, Türkiye'ye demokrasi getirecek. Sizce bu tavra siyaseten ne denir?
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.