Solun devrim hayali kurduğu yıllarda, devrimin objektif şartlarının olduğunu sübjektif şartlar içinde bir avuç "profesyoneldevrimcinin" yeterli olacağı fikrini savunanların sayısı hiç de az değildi.
Bu yüzden o yıllar, ABD'nin yarı sömürgesi Türkiye için devrimin tam zamanıydı. Bunun için cuntacılara yatırım yapan solcular bile vardı.
Sonunda geldikleri yer 12 Mart Muhtırası oldu. Şimdi siyasal İslamcılar içinde marjinal sol benzeri bazı gruplar, Türkiye gerçeklerinden kopuk "hilafet" talebiyle siyasi gündemi değiştirmek derdinde. Sloganları da bir hayli havalı: "Şimdi değilsene zaman, sen değilsenkim? Hilafet içintoparlanın."
Bunu seslendirenlerintoplumdaki karşılıklarınabir bakın. Yüzdekaç dersiniz? Bu kesiminde tıpkı devrimhayali kuran solcular gibiTürkiye toplumunun nasıl değiştiği, ne travmalaratlattığı ve şimdi nasıl bir konsensüsaradığı hiç umurlarında değil. Türkiye tarihiönemde düzeltmeler yaparken, yeni toplumsaltravmalar yaşanmamasına da özengösteriyor.
Çok değil 2011 seçimleri sonrası, "ustalık" dönemi olarak sunulan o günlerde Başkan Erdoğan'ın, Türkiye'nin 1950'den beri devam eden ve birilerinin kışkırtma-kutuplaştırma aracı olarak kullandığı laik-dindar gerilimini gidermek istediğini, yeni bir toplumsal sentezi hedeflediğini yazmıştım.
Bu analize, bir-iki laik yazar dışında kimse ilgi göstermedi ve tam tersine, "Atatürk'üde elimizden alacak" diye karşı saldırı bile yapıldı. Sonrası malum 2013'te Gezi kalkışmasıyla toplumsal yumuşama gitti, yerini klasik gerilim aldı.
Oysa o güne kadar AK Parti iktidarı, önemli reformlara imza atarak başörtüsü ve Kürtçe üzerinde yasak gibi herkesin ortaklaşacağı birçok gerilim konusunu devreden çıkartmış toplumu rahatlatmıştı. Bugün dikkat edin, dün gibi yakın bir zamanda başörtüsü meselesini Anayasa Mahkemesi'ne götüren CHP Genel Başkanı KemalKılıçdaroğlu bile "türban yasağını benkaldırdım" diyerek övünebiliyor.
Bir süre sonra Ayasofya Camii'nin açılışıyla ilgili de benzer şeyler söyleyebilir. Ama gerçekçi olalım, Türkiye'nin 100 yıllık hatta daha fazla Cumhuriyet dönemi tecrübesi göz ardı edilerek, yeni bir siyaset inşa edilemez. Bu açıdan "hilafet" gibi zamanın ruhuyla örtüşmeyen bir talep, toplumsal rahatlama değil tam aksine yeni travmalara neden olur.
Şimdiden nasıl kullanıldığı ortada...
Düne kadar "başörtüsünü" bir kutuplaştırma aracı olarak kullanan laik-cumhuriyetçi birçok yazarın mal bulmuş mağribi gibi bu olaya sarılmasından belli. Çünkü artık başörtüsü etkili değil, "hilafet" hem yeni hem de daha kutuplaştırıcı bir malzeme. Buradan ülke yararına bir siyaset çıkmaz.
Dikkatle izliyorum, AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik'ten sonra İletişim Başkanı Fahrettin Altun da çok net bir açıklama yaptı. Başkan Erdoğan'ın siyaset tarzının radikalizmi dışladığını belirten Altun şöyle diyordu: "İdeolojik saiklerle milli ve manevideğerlerimizi karşı karşıya getirmeçabaları beyhudedir. Radikalizmin hertürüne karşıyız. Ayasofya bağlamındaortaya atılan hilafet tartışmalarınıda anlamsız ve beyhude buluyoruz. Bunun Türkiye siyasetinde bir karşılığıda yoktur."
Arkasında milyonlarca insanın desteğiolan aktörlerin söyledikleri mi ölçü alınmalıyoksa marjinal birilerinin söyledikleri mi? Eğersiz, ilkini değil de ikincisini dikkate alıyorsanızkusura bakmayın niyetiniz halis değil.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.