Türkiye'de olup bitenleri "nefretle"açıklamak yetmiyor. Buncakötülüğün başka bir izahı olmalı. Sevgili Salih Tuna dün bunlar için şu tespiti yaptı: "Bunlar psikolojik harbememur profesyonelkötülerdir."
Öylesine profesyonelkötüler ki,çektikleri operasyonlarsık sık başarısızolmasına rağmenvazgeçmiyorve kafaları karıştırmayıbaşarıyorlar.
Bunun son dönemde sayısız örneği var. Ama hiçbiri 1 Haziran'da Ankara Etimesgut'ta Barış Çakan isimli gencin öldürülmesi sonrası yaşananlar kadar vahim ve net değildi.
Başta HDP olmak üzere, AK Parti karşıtı bütün cephe bir gencin hayatını kaybetmesinden çok timsah gözyaşları içinde şu algıyı öne çıkarttılar: "Kürtçe müzik dinleyen genç, ırkçılartarafından öldürüldü" Asılamaç da bunun üzerinden iktidarı suçlamaktı.
Bu doğru mu yanlış mı diye bakan olmadı. Babanın çıkıp konuşmasına, olayı yakın arkadaşlarının anlatmasına rağmen yalanı yeni kılıflarla sürdürdüler.
Sürdürdüler çünkü kullanıma elverişli, toplumsal kargaşa yaratabilecek bir konu yakalamışlardı. Dikkat ederseniz bir süredir devlet televizyonunda 24 saat Kürtçe yayın yapılan bir ülkede pervasızca "Kürtçe şarkı yasaklandı" veya "Kürtçe şarkı söyleyensanatçı tutuklandı" gibi onlarca yalan piyasaya sürüldü.
Hiçbiri tutmayınca ABD'deki ırkçı cinayete karşı yükselen ve yayılan protestonun gölgesinde Barış Çakan cinayeti onlar için bulunmaz bir fırsattı. Terör karşısında kılını kıpırdatmayanlar, birden "ırkçı cinayet" diyerek kirli bir algı operasyonu başlatıyorlardı.
Biri CHP'den diğeri HDP'den iki alıntı yapalım:
Siyasi yalanlar konusunda usta isim CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu şöyle diyordu: "Kürtçe uzun yıllarTürkiye'de bir suç dili olaraksayıldı. Halen de böyle görülüyor. #BarisCakan." Hangi parti yasakladı acaba?
HDP'li Garo Paylan ise yalana siyasi derinlik kazandırıyordu: "Nefret iklimi bir can dahaaldı. Barış Çakan, Kürtçe şarkıdinlediği için ırkçı bir cinayetlekatledildi. İktidar uyguladığı nefretsiyaseti ile nefret cinayetlerininsorumlusudur. ABD'deki ırkçılığalaf ederken, memlekettekiırkçılığı görmemek riyakarlıktır." Hasan Cemal gibi isimler de buyalanları gözü kapalı paylaşıyordu. Bizzat böyle yalanlarla, siyasi zemini kendileri zehirliyor sonra da şikayet ediyorlar. Cinayetin Kürtçe şarkıyla ilgili olmadığı ortaya çıktığı halde ne parti ne de kişi olarak hiçbiri geri adım atmıyordu.
Asıl nefret siyasetinin, riyakarlığın örneği de buydu. Hasan Cemal, özür diler gibi yapsa bile şu sözleri özrü kabahatinden büyük yapıyordu: "Irkçılığın, faşistliğin kutsandığışu ortamda, Kürt gencininKürtçe müzik dinlediği için öldürüldüğüneinanıvermemiz garipmi? Değil."
Peki bütün bunlar bize neyi anlatıyor?
Bir tek şeyi; yakın tarihin darbe öncesi kirli özel harp yöntemlerini. Geriye dönüp bakın, bugün Kürtçe şarkı yalanlarını uyduranlarla, 60 darbesi öncesi "üniversiteli gençlerkıyma makinesinden geçiriliyor" diyenler, 70-80 öncesi toplumun sinir uçlarına dokunanlar veya 28 Şubat postmodern darbesine altlık olanlar hep aynı zihniyete sahipler ve siyasi akrabalar. Birinin sağcı veya solcu, gazeteci veya asker ya da aydın veya şiddetsever parti üyesi olması fark etmiyor. Hepsi de, "darbedinamiği"ni harekete geçiren aparat durumunda...
Geçmişle bugünün tek farkı ise, artık istediklerini hayata geçiremiyor olmaları. Bu da onları çıldırtıyor ve daha büyük yalan söylemelerine yol açıyor.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.