CHP'lilerin oluşturduğu darbe korosuna sosyalist solun en "insan haklar"cı aktivisti Ragıp Zarakol da katıldı: "Makus kaderden kaçış yok"
Bırakın demokratveya sivil olmayı birparça insani duygutaşıyan biri bile rahmetliMenderes'leBaşkan Erdoğan'ınaynı kaderi paylaşacağıtezi analiz diye sunmaz,utanırdı. Ama neyazık ki şiddet ve darbeseverlerin-solu veyasağın fark etmiyor- hiçbirindeinsani duygununkırıntısı bile yok.
Bu da yeni bir durum değil. Türkiye, çok partili sisteme geçtiği günden bu yana darbecilerle-darbe karşıtları arasında bir mücadele yaşandı. Ancak bu her zaman açık ve net olmadı.
Topluma "siyasi kutuplaşma" olarak sunuldu. Öyle ki, 1950'lerde DP'lilerle CHP'lilerin kahvehaneleri bile ayrılmıştı. Sonra bir baktık ki, bu ayrışma bir darbeye altlık olmuş.
Aynı şey 71 darbesinde de oldu. Solun önemli bir kesimi de ilk başta destek verdi. 70'lerde ise sağ-sol çatışmasına dönüşen kutuplaşmada 6 bine yakın insan hayatını kaybetti. Kitlesel katliamlar oldu. Onlar da 12 Eylül darbesinin altlıklarıydı.
90'larda ise dünyadaki soğuk savaş bitmesine rağmen bizdeki kutuplaşma bitmediği gibi çeşitlendi ve Laik-anti laik, Türk-Kürt ve Sünni-Alevi gibi etnik ve dini alana çekilerek riskli bir boyut kazandı. Bu da iç ve dış vesayetçilerin istediği bir tabloydu.
Derin bir iç savaşa dönüşmedi ama her sürecin sonu yine darbeyle bitti.
Açıkçası 1950'den bu yana yaşanan bütün siyasi kutuplaşma vesayetçilerin, darbecilerin işine yarıyordu. Toplumu ancak birbiriyle kavga ettirerek "kurtarıcı" rolü üstlenerek yönetebilirlerdi.
Bu kirli oyunun bir ucunda ABD Gladyosu, diğer ucunda da "tek tipçi" bürokratik vesayetçilerle darbecilerden oluşan "yerli" ayak vardı.
Bu kirli oyun 2 binli yıllara kadar sürdü.
Bir tarafta sürekli isim değiştiren, idam edilen veya şapkasını alıp giden DP çizgisi, diğer tarafta ise "hiç değişmeyen" CHP vardı. Onlarla ilişkili sağcı veya solcuların ise figürandan öte bir anlamı yoktu.
Türkiye'nin mahkum edildiği bu kısır döngüyü ilk kez AK Parti değiştirdi. Son 17 yılda AK Parti, başta başörtüsü olmak üzere Kürt ve Alevi meselesini kutuplaşma aracı olmaktan çıkardı ve toplumun yüzleşmesini sağladı.
Buna CHP ve bürokratik vesayetçilerin cevabı hem halkı, hem de siyasetçileri ötekileştiren kutuplaştırıcı bir dil kullanmak oldu. CHP bu siyasetten hiç vazgeçmedi.
Kimi zaman "İranlaşıyoruz ya daMalezyalaşıyoruz" dediler kimi zaman "Eşibaşörtülü Cumhurbaşkanı istemiyoruz"diye bağırdılar ama topluma ulaşamadılar. Sonunda F-Tipi dedikleri, CIA Ajanı olmakla suçladıkları FETÖ'cülerle bile bile kol kola girdiler hatta onların darbelerine umut bağladılar ama olmadı.
Şimdi geldiğimiz noktada durup dururken yine darbe tartışması başlattılar. Peki, neden derseniz? Çünkü hala halka ulaşamıyorlar ve hala oy kaybediyorlar.
Oysa Başkan Erdoğan ve hükümeti önce deprem ve çığ felaketlerine sonra da küresel korona salgınına karşı çok başarılı bir mücadele yürüttü. Dahası içeride sağlık altyapısı ve ücretsiz hizmetle, dışarıda da 60'a yakın ülkeye tıbbi yardım göndererek küresel bir motivasyon kazandı. İşte CHP ve solun bir kısmı bu tabloya dayanamadıkları için "darbe" çağrıştıran çıkışlar yaptı. Gündem oldular ama bir kez daha tarihe kara lekeyle geçtiler.
Onların bu siyasi serüvenini en çarpıcı biçimde yine Başkan Erdoğan özetledi: "Milli irade, demokrasi, hak, hukuk,adalet ve sandığı hazmedemeyen bufaşist zihniyet hala vesayet, darbe,cunta özlemiyle yanıp tutuşuyor."
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.