Batının ‘mükemmeliyetçilik’ sendromu
Hayli bir ilginç bir yaklaşım olarak, 'uygar dünya'nın yegane standartlarının sadece kendilerinde olduğu, sadece kendilerinin temsil etmekte olduğu yönünde bir anlayışı da kapıldılar. Oysa, 21. Yüzyıl'ın başlaması ile birlikte, küresel düzen ve küresel ekonomi-politik sistemdeki rollerine katlayarak ilerleyen 'yükselen' gelişmekte olan ekonomiler, 'soykırım'dan 'sömürgecilik'e, yüzyılları aşan sabıka dosyaları ortadayken, tüm dünyaya demokrasi ve insan hakları normları, standartları 'dayatan' batılı ülkelerin kendi sabıkalarıyla 'dürüstçe' ve 'şeffaf' olarak yüzleşmeden 'ak kaşık' rolü oynamalarının sebep olduğu 'güven' ve 'inandırıcılık' sorununu daha güçlü dile getirmeye başladılar. Küresel alanda ekonomi-politik analiz yapan uzmanlar, sosyologlar, batılı ülkelerin içinde bulunduğu bu süreci, bu tabloyu 'mükemmeliyetçilik' sendromu olarak adlandırmaktalar. Söz konusu sendrom, kendisine aşırı yüksek beklentiler yükleyerek, aşırı yüksek bir rol yükleyerek, bu beklentinin gerçekleşmemesi ile, üstlendikleri rolün küresel ölçekte kabul görmemesi ile, psikolojik bir travma içine düşülmesi anlamına geliyor.
Ve, bu sendrom, 'yükselen' gelişmekte olan ülkelerin küresel sistemdeki rolünün katlanmasını, 'Küresel Güney'in küresel düzendeki ağırlığının artmasını reddetmek, kabullenememek olarak yansıyor. Bunu, en net olarak gözlemlediğimiz süreç Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üye adaylığı süreci. Avrupa'nın savunma güvenliği, gıda güvenliği, enerji güvenliği, tedarik güvenliği adına Türkiye'nin vazgeçilmezliği son 10 yılda yaşanan pek çok jeopolitik ve jeoekonomik krizle defalarca kanıtlanmışken, tescillenmişken, değerlendirme raporlarında Türkiye'nin vazgeçilmezliğini, değerini itiraf edemeyen, bu tartışılmaz gerçeği benimseyemeyen bir üslubun hala devam ediyor olması not alınmalı. Bunun da ötesinde, Gazze Meselesi'nde, Filistin Meselesi'nde ortaya konan çifte standardın, Orta Doğu'daki krizin çözülmesine yönelik çabalardaki tenakuzların not alınması da gerekiyor. Küresel ekonomik sistemde ve küresel rekabette 'ağırlık merkezi' doğuya, Asya-Pasifik'e doğru kayarken, Türkiye'nin Avrupa açısından sağlayacağı rekabet becerisi katkısı için gerekli adımları atamamak da bu tıkanışın bir uzantısı olarak karşımıza çıkıyor.
'Mükemmeliyetçilik' sendromu, batılı ülkelerin, Atlantik İttifakı'nın, batılı ülkelerin Afrika ve Asya'daki itibarını ve inandırıcılığını da zorlamakta. 'Yükselen' gelişmekte olan ülkeler, uygarlık standartları boyutunda 'üstenci' bir anlayışta direnmeyi sürdürmenin 'Küresel Kuzey' ile 'Küresel Güney' arasında önemli bir gereklilik olan diyalog zeminini de yaraladığını vurguluyorlar. Bu nedenle, batılı ülkelerin 'mükemmeliyetçilik' sendromundan sıyrılıp, 'her dedikleri'ni yapan, 'her istedikleri'ne uyan 'yükselen' gelişmekte olan ekonomiler peşinde koşmaktan vazgeçip, 'Küresel Güney'e her anlamda hak ettiği değeri göstererek, gereken özeni göstererek, küresel ilişkilerini yeniden modellemeleri gerekiyor. 'Atlantik İttifakı'nın 'siyasi mühendislik' arayışlarının kendi siyaset dünyalarına daha da ters teperek olumsuz yönde yansıdığı böyle bir dönemde, küresel sorunlara ortak ve hızlı çözümler için 'eşit muhataplık' dönemine bir an önce yoğunlaşılmasında yarar var.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Küresel açlık tehdidinin jeopolitik yönü (22.11.2024)
- Sürdürülebilirlik ve refah için kalıcı barış (20.11.2024)
- G20 ve küresel eşitsizlikle etkin mücadele (18.11.2024)
- İklim krizi için 8 trilyon dolar daha lazım (15.11.2024)
- Ya ‘temiz enerji fonu’, ya daha ağır ‘kaos’ (13.11.2024)
- ‘Rasyonelleşme’mi daha derin ‘parçalanma’mı? (11.11.2024)
- 2025 için temel uyarı: ‘Beklenmeyeni Bekleyin’ (08.11.2024)
- 2025 için ‘dirençli ekonomi’ hazırlıkları (06.11.2024)
- 2025’e doğru küresel risk tartışmaları (04.11.2024)
- GOE’ler artık küresel gelişmelerin rehinesi değil (01.11.2024)