Dünyanın dört bir yanında, bilhassa Orta Doğu'da insanlık adına yaşanan ağır 'adaletsizlik' ve 'vicdansızlık', bir tarafta insanlığımızdan utandığımız ve 21. Yüzyıl'da uygarlığın nasıl ürkütücü bir karanlığa sürüklenme tehdidi ile karşı karşıya olduğuna dair acı bir gerçekle muhasebeleştiğimiz bir tabloyu beraberinde getirir iken, var olan tablonun insanı 'nefes alamayacak' noktaya getirdiği bu an, aynı zamanda küresel ve bölgesel alanda konuşulması gereken pek çok meseleyi ele almaktan utandığımız, başımızı kaldıramadığımız bir anı da tanımlamakta.
İçinde bulunduğumuz bu an, insanlığı tehdit eden küresel iklim krizi, küresel gıda ve enerji arz krizi, küresel yoksullukla mücadele konusunda da, yerlerinden zorla ayrılmak zorunda kalmış 117 milyonu aşan sığınmacı için, sayıları dünya genelinde 37 milyona ulaşmış düzensiz göçmen için neler yapmamız gerektiğini de konuşamadığımız bir ana işaret ediyor. Oysa, küresel iklim krizinin sebep olduğu ürkütücü boyutlardaki doğal afetlerden dolayı da, son 100 yılın en ağır insani kayıplarını yaşıyoruz. Küresel ölçekte küresel yoksullukla mücadeleye, Birleşmiş Milletler'in (BM) 17 sürdürülebilir kalkınma amacına, 'yeşil enerji dönüşümü'ne yoğunlaşmamız gerekirken, ağır insanlık trajedilerinin altında eziliyoruz.
Dünyanın önde gelen kimi ülkeleri, küresel ekonomi-politik sistemin kaçınılmaz olan dönüşümüne yönelik kendi önceliklerine ve sırf bu öncelikler nedeniyle 'küreselvicdan'ı' bütünüyle görmezden gelen bir 'kör uçuş'a o kadar odaklanmış durumdalar ki, bu 'gözü kararmış' iddialaşma, adeta '2. Soğuk Savaş' olarak tanımlanabilecek bu ortam, aynı zamanda çok taraflı küresel sisteme ve onu temsil eden uluslararası teşkilatlara yönelik saygınlığı da tahrip ediyor. Uluslararası teşkilatların 'tarafsızlığı'na, 'küresel adalet'i sağlamaya odaklı görevlerine, onları 'tek yönlü' olarak 'politize' etmeye çalışan kimi ülkelerin verdikleri ağır tahribat, küresel tehditlerle mücadeleyi de tehlikeye sokuyor.
Yine, tüm bu tablonun ortasında, kimi önde gelen G20 ülkelerinin küresel iklim krizinin hızlanmasındaki etkileri somut şekilde ortadayken, 'Afrika'nın enerji dönüşümünü önceliklendirmeleri kadar bir 'samimiyetsizlik' nasıl tanımlanabilir? Çin'in 1750-2020 dönemi karbon emisyonu sorumluluğu yüzde 12,5 iken, bugünkü payı 2 katından bile fazla. ABD ise şu an yüzde13,5'inden sorumlu olsa da, 1750 sanayi devriminden bu yana karbon emisyonunun yüzde 25'inin esas sorumlusu. Hindistan ise şu anda yüzde 7,5'den sorumlu. Tüm AB yüzde 17, Japonya ise tek başına yüzde2,9. Tüm Afrika ise sadece yüzde 4.
Dolayısı ile, 'yeşil enerji dönüşümü've karbon salımı konusunda en çok evödevi olan ülkelerin, uluslararası toplantılarda'Afrika'yı konuşmaları 'küresel adalet'duygusunu da zedeliyor. Küresel ekonomipolitiksistemin karşı karşıya kaldığı tüm tehditlereyönelik direkt veya dolaylı dahli olanülkelerin bu meselelere yönelik 'sorumlusubiz değiliz' tavırları ve 'küresel adaletsizlik'iderinleştiren tutumları değişmez ise,bizi daha da zor günler bekliyor.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.