‘Asya’yı yeniden konumlandırmak
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşmasında net bir şekilde vurguladığı üzere, 'dünyanın neresinde olursak olalım, büyük insanlık ailesinin bir parçası olarak hepimiz aynı kaderi paylaşıyoruz.' Küresel virüs salgını bu gerçeği bize bir kez daha hatırlattı. Erdoğan'ın çağrısı tüm küresel ve bölgesel teşkilatlar ve işbirliği platformları açısından yapıcı yaklaşımın ne olması gerektiğini açıkça tanımlıyor: "sorunlarımız nasıl ortak ise çözümlerimizi de birlikte aramalı ve bulmalıyız." Türkiye'nin 'Afrika Açılımı' ve 'Yeniden Asya Girişimi' bu temel yaklaşımının en önemli sacayakları ve kanıtları. 2100 yılında dünya nüfusunun yüzde 83'ünü oluşturan iki kıtanın dünya ekonomisi ve küresel ticaretteki vazgeçilmez ağırlığı, Türkiye'nin her iki kıtayla da ekonomi, siyaset, diplomasi ve güvenlik alanlarındaki işbirliğini derinleştirmesini gerektiriyor.
Üstelik, Türkiye'nin 'kazan-kazan' yaklaşımının her iki kıtada da 'hüsnükabul' ile, kapsayıcı bir yaklaşım olarak benimsendiğini ve Asya ile Afrika'nın önde gelen ülkelerinin pek çok alanda Türkiye ile ilişkilerini derinleştirmek üzere adımlar attıklarını gözlemliyoruz. Türkiye, küresel ve bölgesel bazda kalıcı istikrarı, barışı ve yoksullukla mücadeleyi, iklimi korumayı hedefleyen her inisiyatifin Asya ve Afrika'nın güçlü katılımı ile ancak hayata geçirilebileceğini tüm önde gelen aktörlere hatırlatıyor. Rusya-Ukrayna Savaşı'na coğrafik olarak daha uzak noktalarda olsalar da, gerek Asya, gerekse de Afrika ülkeleri, Avrupa'da cereyan eden savaşın doğurduğu enerji, gıda ve tedarik zinciri krizinin ve ciddi boyutlardaki risklerin derinlemesine farkındalar. Her iki kıtanın önde gelen ülkeleri, mevcut küresel tablonun tehdit ettiği 'akıl ve bilgelikten uzaklaşma riski'ni, Türkiye ile aynı noktada durarak, gelecek açısından önemli bir tehdit olarak görüyorlar. Bu nedenle, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın altını kuvvetle çizdiği gibi, 'kolektif umutlar'ın yeşermesi çok önemli.
Oysa, içinde bulunduğumuz dönem, 'akıl tutulmaları' 'kolektif akıl' ve 'kolektif ümitler' için kırılganlığı arttırmış durumda. İnsanlığı önceliklendiren 'özgür düzen', 2008 küresel finans krizinden bu yana, küresel virüs salgını ve üstüne gelen 'Savaş' ile birlikte, yara almış bir gemi gibi su alıyor ve hareket etmekte zorlanıyor. 'Kolektif akıl'a duyulan güven zayıfladıkça, 'aşırı sağ' eğilimlerin, 'ekonomik ve ticari korumacılığın', 'küresel terör odaklarını besleyen' ortamın öne çıktığını görüyoruz. Türkiye ve bilhassa Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu 'zehirli ortam'a karşı, bu ortamı bertaraf edecek adımlar noktasında, en güçlü iradeyi ve en güçlü çağrıyı ortaya koyan lider olarak, küresel ve bölgesel gündeme damgasını vuruyor. Türkiye'nin yapıcı ve kapsayıcı yaklaşımı, insani ve girişimci diplomasi becerisi, önümüzdeki 5 yılda bizi 1 trilyon doları geçmiş bir GSYH'ya ve 400 milyar dolar ihracat hacmine taşıyacak. Bunun anlamının farkında olalım.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- ‘Finansal Soğuk Savaş’ ve doların geleceği (20.09.2024)
- E7/G7 ve modernleşmenin geleceği (18.09.2024)
- ‘Güç’ ve ‘kibir’in küresel etkileri (16.09.2024)
- AB’nin dönüşümüne üç kritik engel (13.09.2024)
- Avrupa’nın ‘ölüm kalım’ savaşı (11.09.2024)
- Küresel sistemde ‘samimiyet testi’ dönemi (09.09.2024)
- Avrupa için ‘yakın’ tehdit: Nüfus (06.09.2024)
- Küresel borç sarmalı 315 trilyon dolar (04.09.2024)
- BRICS+ ve ticari entegrasyon (02.09.2024)
- ‘Belirsizlik Çağı’nda küresel rekabetin geleceği (26.08.2024)