Kapitalizm, varoluşundan bu yana ki en kritik kırılma dönemlerinden birisini yaşıyor. 1929 BüyükBuhranı, kapitalist sistem için ilk ağır şok ve ilk sınavdı. Kapitalist sistem açısından adeta 'direkten dönme' anlamına gelebilecek bir kırılmaydı. Sonucu, 2. Dünya Savaşı ve sonrasındaki Soğuk Savaş dönemi boyunca, bilhassa 1950 ile 1980 arası 'devlet destekli kapitalizm' anlayışının ilerleme kaydetmesiydi. 1980'lerin başlarında, 'Washington Konsensüs'ü olarak tanımlanan mutabakat, neoliberal anlayışın kapilatist sistem açısından öne çıkışıyla birlikte, bilhassa gelişmiş ekonomilerin gelişmekte olan ekonomileri 'serbestticaret' ve 'sermaye hareketlerininserbestleştirilmesi' konusunda ikna etmesi anlamına geliyordu.
Böylece, kapitalist sistem sağlam bir 'neoliberal ortodoks' damar üzerinden kendine yeni bir rota belirledi. Dünyanın önde gelen yedi ekonomisinin, G7 Kulübü'nün gelişmekte olan ekonomilerin düşük işgücü, düşük hammadde, düşük toprak, arazi maliyetlerinden yararlanarak, kendilerine küresel ticarette 'kaldıraç' oluşturdukları bir dönem olarak geride bıraktık 1980-2000 arasını. Neoliberalizmin uçtan uça her noktaya hakim olduğu dönemde, dış ticareti, sermaye hareketlerini ve finansal işlemleri ciddi manada regüle eden, oturmuş kurullara bağlayan ulusal ve uluslararası düzeydeki pek çok düzenleme ya aşırı gevşetildi, ya da tümüyle ortadan kaldırıldı. Bu dönem, bir 'deregülasyon'dönemiydi. Bunun doğal sonucu olarak, uluslararası doğrudan sermaye akımları da, portföy yatırımları da, sıcak para da, küresel ticarette 1980 ile 2000 arası üçe, dörde katlandı.
2000'li yılların başlarından itibaren, bu sürece 'Silikon Vadisi Konsensüs'ü de (Silicon Valley Consensus) de eklendi. Silikon Vadisi Konsensüs'ünün özü, neoliberal ticaretin, 'ışık hızıyla ilerleyendijitalleşme' sürecinde, sınırsız bir şekilde teknolojiyle donatılmasıydı. Öyle ki, dünya vatandaşlarının, ülkelerin yerel firma ve şirketlerinin giderek daha yoğun olarak 'dijitalleşen' verileri, hiç bir düzenleme ile sınırlı tutulmaksızın, küresel ölçekte el değiştirebilecek ve/veya serbestçe kullanılarak, bir 'meta'ya, bir ticari değere dönüşebilecekti. 'Kişisel veriler'in bir ekonomik değere, bir ticari mala dönüştüğü; 'gözetleyen kapitalizm'le (Surveillance Capitalism) dünyanın her yerinde tüketicilerin parayı bastıran şirketlerin ürünlerinde 'ikna algoritmaları' ile yönlendirildiği yeni bir döneme geçtik.
Dünyanın önde gelen pek çok iktisatçısı, 'meta'ya dönüştürülen kişisel veriler ve küresel dijital platformlar ve teknoloji şirketleri tarafından yönetilen ve yönlendirilen 'gözetleyen kapitalizm' anlayışıyla yükselişini hızlandıran 'aşırı dijitalleşen' kapitalizmi, aynı zamanda 'tekno-feodalizm'in güçlendiği bir dönem olarak eleştirmekteler. Dünyanın önde gelen felsefecileri ve iktisatçıları, küresel ekonomik sistemin, 'dijitalleşme' yoluyla, daha medeni ve umut verici bir 'bilinçli kapitalizm' anlayışı yerine; aynen 1750'lerde olduğu gibi, bir kez daha 'gerçek rekabet' ve daha 'insan odaklı' olmaktan uzaklaşılan, küresel teknoloji şirketlerinin 'krallıklar'ını ilan ettiği; dünya vatandaşlarının 'dijital köle'ye dönüştürüldüğü bir tekno-feodalizme sürüklenmekte olmasından hayli kaygılılar. Türkiye başta olmak üzere, yeni yükselen gelişmekte olan ülkelerin bu tablodan ciddi sonuçlar çıkarmalarında sonsuz yarar var.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.