'İçimizdeki İrlandalılar'a, 'körleşmiş ve militanlaşmış' bir muhalifliğin girdabındaki arkadaşlara bakarsan, Türkiye 2011'den itibaren 'AB perspektifi'nden uzaklaştı. Öyle düşünmeleri doğal. Çünkü, o tarihten beri FETÖ'nün 'algı operasyonları'nın o kadar esiri olmuş durumdalar ki, FETÖ'nün yurt içi ve yurt dışı operasyon timlerinin Avrupa Birliği konusunda hem içeriyi, hem de dışarıyı zehirleme taktiklerini her iki taraf da yedi. Ha, şunu da ekleyelim; içimizdeki İrlandalılar da, Avrupalı siyasetçilerin, kanaat önderlerinin bir kısmı da bu 'zehirlenme'ye zaten teşneydi. Oysa, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Prof. Dr. Altun'un da ifade ettiği gibi, ABsüreci, Cumhurbaşkanımızın ilk günden bu yana çok önem verdiği bir süreç.
Hatta, öyle ki, AB tarafının Türkiye ilişkilerinde, Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinde sıklıkla yalpaladığı dönemde, daha tam üye adaylığı müzakere sürecinde dahi, Cumhurbaşkanı Erdoğan, 4 Aralık 2003'de, AB tarafına mesajını sert ve kararlı bir şekilde vermiş; "Kopenhag kriterleri deyip duruyorlar. 2004'te müzakere tarihi alamazsak, biz de Kopenhag kriterlerini bir yana bırakır, Ankara kriterlerini uygularız." demişti. Çünkü, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 2002 yılı kasım ayında iktidara geldiğinde, zihninde tasarladığı 'Yeni Türkiye' ekonomisi, hukuk sistemi, demokrasi kalitesi, insan hakları seviyesi ve refah düzeyi dünyanın seçkin ülkeleri seviyesine ulaşmış bir Türkiye'ydi.
Özgürlükler ve hukukun üstünlüğü konusundaki ödünsüz duruşu bir gün dahi değişmedi. Öyle ki, Türkiye'nin 'vesayet' odakları ve kurumlarından kurtulması adına verdiği son derece başarılı mücadele ortadayken, Altun'un da ifade ettiği gibi, en acımasız eleştiriler dahi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın liderlik ettiği bu büyük dönüşümün, zaman zaman, önceki dönemlere göre 'ivme' kaybetmesine işaret ediyor. Çünkü, Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye'nin 'reform' çıtasını, son 18 yılda 'özgüveni perçinlenmiş' Türk halkı adına öyle bir noktaya yükseltmiş durumda ki, artık 'daha iddialısı'nı talep eden yeni nesillerin beklentilerini konuşuyoruz.
Yoksa, 'kişiliksiz', 'özgüvensiz', 'umutsuz' bir Türkiye'de zaten bu tartışmaların yeri bile olmazdı. Esas kırılma da bu noktada düğümleniyor. AB tarafı yalpalamayı bir kenara bırakarak, şu temel gerçekle yüzleşmeli: AB'nin geleceğine çok değerli katkılar yapan 'kişilikli', 'özgüveni tam', 'umutveren' bir Türkiye mi tam üye olacak; yoksa tersine, 'sönük' bir Türkiye mi? Prof. Dr. Fahrettin Altun'un işaret ettiği nokta, AB'nin bu tür anlamsızikilemlerden sıyrılarak, bizzat kendi içerisindeki kanaat önderlerinin işaret ettiği şekilde, Türkiye'nin üyeliğini hem kendi jeopolitik varlığı, hem de çok kültürlü geleceği için olmazsa olmaz bir konu olarak artık görmesi. AB ülkelerinin, Türkiye'yi artık bir 'iç siyaset'malzemesi yapmaktan kurtulup, geleceğin dünyasında, daha da sertleşecek küresel rekabet koşullarında, artık Türkiye ile işbirliğinin sağlayacağı geniş fırsatlara yoğunlaşması gerekiyor.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.