Cumhuriyet tarihimizin ilk siyasî cinayeti, kurucu meclisimizin Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey'in katledilmesidir. Önce cinayete giden süreçteki siyasî arka plana bakalım: 20 Kasım 1922'de başlayan Lozan görüşmelerine, 4 Şubat 1923'te ara verilmiş ve Türkiye heyeti şartları istişare etmek üzere yurda dönmüştür. Dönemin Meclis kâtiplerinden Mahir İz, kâleme aldığı otobiyografisinde, Ali Şükrü Bey'in katline giden süreci şöyle anlatır:
"Hilafetin lağvı lüzumuna dair teklifin müzakeresine gizli celsede başlanmıştı. Çok hararetli müzakereler oldu, gece yarısına kadar devam etti. Teklif eden tarafın sözcüsü İstiklâl Mahkemesi Reisi İhsan Bey'di. Buna muhalif olan karşı tarafın da kendiliğinden meydana çıkan sözcüsü Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey'di...
Artık vakit çok geç olmuş, herkes de yorulmuştu.
Fakat Ali Şükrü Bey ayakta hatibi dinliyordu.
O sırada yine kürsüye yaklaşarak konuşan hatibe cevap vermek üzere söz istedi ve kürsüye yaklaşmaya başladı. O anda kürsüye yakın ilk sırada ortada Rauf Bey oturuyordu.
Hamidiye kahramanı Rauf Bey herkesin istisnasız hürmet ve muhabbetini kazanmıştı. O'nun kesin ve keskin sözleri hiçbir zaman redde uğramamıştı. Önüne doğru gelen Ali Şükrü Bey'i belinden tutarak:
'Şükrü, yeter, yeter! Şükrü, artık söz alma!' deyince, Ali Şükrü Bey birdenbire Rauf Bey'e dönerek: 'Rauf!
Ben bu işin fedaisiyim, anladın mı?' dedi ve kürsüye çıktı. O sırada ben, zabıt müdürü Zeki Bey'e: 'Ali Şükrü Bey, bu gece idam fetvasını eliyle imza etti' dedim. Nitekim o sözüm de çıktı(...) Bütün hüviyetiyle meydana atılan
hararetli bir halk partisi muhalifi
idi. İşte bu esnada karşısına Topal
Osman çıkarıldı... Ali Şükrü Bey'in
izale-i vücudu Topal Osman'a havale
edildi..."
***
Atatürk'ün Muhafız Alayı Komutanı olan Topal Osman, Ali Şükrü Bey'i katleder.
Cinayetten sonra Lozan'a muhalif Birinci Meclis lağvedilerek, seçili vekillerle İkinci Meclis kurulur ve Lozan kabul edilir. Hilâfet kaldırılır. Gerisi malumunuz.
Cumhuriyet tarihimizin bu ilk siyasî cinayeti, meclisimizin ilk vekillerinden birine karşı işlenmişti.
Ve
yeniden o Meclis'in gündemine getirilmesi için aradan 70 yıl geçmesi icap etmişti. Ancak Hasan Mezarcı'nın sorduğu "Ali Şükrü Bey'e ne oldu?" sorusu, 70 yıl sonra hâlâ bedel istiyordu.
Meclis'te, kendisinin toplu lincine ön ayak olan meslektaşlarına, 7 Kasım 1995'te seslendiği konuşmasını şöyle bitirmişti Mezarcı:
"Yezit gibi kazanmaktansa, Hazreti Hüseyin gibi kaybetmeyi ben tercih ederim." Hasan Mezarcı'nın dokunulmazlığı Meclis tarafından kaldırıldı. Hakkında dava üstüne dava açıldı. Hapse atıldı.
Mahkemelerden birinde "Beni zehirliyorlar" diye feryât etmişti ama sahip çıkanı pek olmadı. Hapisten çıktıktan sonra ise aklî dengesini yitirmiş bir adam olması yeterli değildi. Onu bir de toplum önünde iyice rezil etmeleri icap etti! Böylelikle 28 Şubat'ın tetikçi gazetecilerinden birisinin programına çıkarıldı.
Orada verdiği röportajda,
"Hasan Mezarcı öldü, Allah rahmet eylesin. Günahıyla, sevabıyla onu defnettik. Ben, Meryem oğlu İsa'yım ve inananlarım, havarilerim meydana gelmiş, dua ediyoruz" diyecekti.
Bugün sapsarı polyester kıyafetler içinde Hasan Mezarcı'yı gördükçe, aklıma bunlar geliyor.
Dilerim ki onun geçmişte yaptıkları anılsın ve deliliğinin aslında şehadeti uman birisine yapılmış en büyük kötülük olduğu unutulmasın.