Bir tek peynir çeşidi yetmiyor.
Dört çeşit peynir var hamburgerin içinde...
Soslar da öyle...
Sonra kırmızı soğan turşusu...
Sonra soya fasulyesi...
Yok, yok!
Tam da bu yüzden var olan bir şey de yok.
Bu bulamacın içinde köfteye benzer bir şey var, lakin damağınızdaki tadı çoktan kayıp...
Ve aylar sonra, arkadaşımın aklına uyup da bu yanlışı niye yaptım diye hayıflanmaya başlıyorum.
Anlıyor yüzümdeki ifadeden...
"Ama bak önünde kuyruk var" diyor.
Haklı...
Hamburger sos demek, döner sos demek artık...
***
Yiyecekleri hafife almayın, çok şey anlatırlar dünyamız hakkında...
Hayat da bu yeni tip hamburgerler, dönerler gibi değil mi?
İçinden aslını çektiler, sosu kaldı...
Süsü desek olur mu?
Yalandan süslerle kandırılıyoruz...
***
Benim minik ballarımla
yeni kuşak bir patatesçiye girdik geçen gün...
Kızarmış patatese âşıklar.
Kızartılmış besinleri az tüketsinler istiyorum ama o havalı tabelaları görüp de önlerinden geçmeleri çok hüzünlü olurdu.
Kasadaki beyefendi sordu;
yanına hangi sosları istersiniz?
Sonra saymaya başladı...
On küsur sos...
Görülecek şeydi, benimkilerin kafaları karıştı; yüzleri düştü;
ya istemedikleri soslar en iyi tatlarsa endişesi sardı içlerini...
Fast-food soslarının neden çok moda olduğu üzerine bir yazıda
"Z kuşağı sos seçerek yediği şeyin tadını kendisinin oluşturduğunu düşünüyor; bir tür özgürlük arayışı" deniyordu.
O yüzden sosyal medyada butik hamburgerciler ve sosları el üstünde tutuluyor.
Yüzlere, ellere bulaşmış soslar hemen görüntüleniyor; yakın çekimlerde peynirler köftelerin üzerinden akıyor. (Ben son tecrübemde kalın cinsinden üç peçeteyi haşat etmek durumunda kaldım.)
Sevsinler böyle özgürlüğü diyeceğim, lakin o da haksızlık olacak; bizlerinki pek mi özgürlük?
***
Bak şimdi nereden nereye?
Çok ama çok eski bir zaman...
Issız bir oteldeyim, servise bakan genç kadının getirdiği minik hamburgerleri hatırlıyorum şimdi...
Sadece cızbız köfte ve yeşil marul yaprakları vardı.
Bitkin bir hâlde içeri girdiğimde "Aç mısın" diye sormuştu; kafamı "evet" anlamında sallamıştım.
Sonra boşaltılmış havuza bakan balkonda gece yarısına kadar laflamıştık.
Yıldızlar, burçlar, kayıp aşklar üzerine...
Sabah onu sorduğumda, resepsiyondaki adam "Gelmez artık" demişti; kapıdaki polis arabalarını gösterip...