"Ev sahibimle didişmekten yoruldum ve gidecek bir daire de bulamıyorum.
Geçen yıl 30 küsur yıllık daireye yüzde 100 zam yaptık, şimdi yüzde 300 istiyor.
O kadar çaresizim ki, bazen etrafı kırıp dökmek geliyor içimden."
***
"Ev sahibimiz
4.500 liraya oturduğumuz daireye bu yıl
18 bin lira istiyor.
Avukata vermiş."
***
"
Yüzde 25 zam oranına uyan tek bir ev sahibi oldu mu, merak ediyorum.
Varsa, helal onlara! Ben rastlamadım.
Enflasyon çok fena. Fakat
yüzde 200 zam yapmak ne Allah aşkına!"
***
"Gözde bir semtte oturmuyoruz ama küçücük dairemizin kirası 13 bin lira. Üzerine aidatı, elektriği, suyu, doğal gazı ekleyin. Şimdi
kira arttırma zamanı geliyor, gözüme uyku girmiyor. "
***
Okurlarımdan gelen yukarıdaki mesajları okuyordum ki...
Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Hanım "Biz de ev bulamadık, annemlere yerleştik, onların yanında kalıyoruz, çünkü İstanbul'da kiralar Manhattan'dan yüksek" demez mi?
Toplumsal barışı bozacak kadar tehlikeli bir seviyeye varmış çok ciddi bir konu bir anda siyasal magazine dönüştü...
Önce şunu not edeyim...
Hali vakti yerinde ve bulunduğu mevki güçlü olan insanların parasal sıkıntılarından söz etmeleri emirlerindeki "halkla ilişkiler" ekiplerinin sandığının tersine, sevimli bir imaj değildir.
Empatiyle değil, bıyık altı bir gülüşle karşılanır bunlar...
Yine de umuyorum ve diliyorum ki..
Yine de Merkez Bankası Başkanı'nın bu sözleri yetkilileri uyandırır da kiracıların neler yaşıyor olabileceği düşünülür ve acil çözüm yolları aranır.
***
SÜRDÜRÜLEBİLENLERDEN MİSİNİZ?
Şimdi şu yazacaklarımı dikkatle okuyun...
"Sürdürülebilirlik aslında Türkiye'de 2000'li yılların sonunda gündeme geldi, sonra iklim kriziyle dünyada tartışılabilir hale geldi, aslında hayatın bütün alanlarında ve eğitim alanında da bu kavramın önemi anlaşıldı, biz de burada sürdürülebilir bir okul nedir, onu konuşuyoruz burada..."
Nereden tutsanız elinizde kalan, derme çatma cümleler...
Konuşan "Sürdürülebilir Eğitim Kongresi"ne katılmış bir eğitimci...
Sürürülebilirlik kavramı diline, damağına yapışmış bir sakız gibi ne yutabiliyor, ne de atabiliyor...
Aylardır burada altını çiziyorum; inanmadığımız ve anlamını tam bilemediğimiz bir kavram yoluyla toplum mühendisliği yapılıyor.
Çıkış var mı?