Rengine kandırıldığımız dünya
Tam öyle!
Kış geldi işte!
Ve içimdeki bütün heyecanları örten bir melankoliyle beni kendine bağlıyor...
İsmet Özel'in bu şiirindeki şu dizeler de aklıma geliyor ve ürperiyorum: "Öbür gölden içecektik kaplamasaydı çabuk sineyi kış / Üşüdük terk edilmekten utandık ruh kendini içe çekti."
***
Yeryüzünde olmanın bir ritmi vardı...Mevsimler biraz...
Ama en çok ve mutlak kararlılıkla bu ritmi kuran şey gece ve gündüz farkı...
Peki 7/24 açık ekranların zihnimizi uyuşturduğu bir hayatta ritim diye bir şey kaldı mı?
***
Nabzımız gibi atan bir dünya hayatı, hipotalamusa uyan zaman algısı, bizi uyutup uyandıran gece ve gündüz...Hepsi gözlerimizin önünde yavaş yavaş sahneden çekiliyorlar.
Başka bir dünyaya; "çevrim içi" dünyaya aidiz artık; güneşle değil ama "mavi ışık"la aydınlanan bir dünyaya...
"Bütün bunlardan uzak koyunlarını otlatan çobana ne mutlu!" demeyeceğim; çünkü gördüm, o da Youtube'a video çekip ün kazanma peşinde...
***
"Renkli hayat" denilip duruyor..."Renkli kişilik" diye övülüyor insanlar...
Oysa "renksizlik" de kritik önemdedir ve kıymetlidir.
Boşuna mı geceleri gözümüz rengini kaybediyor; karanlıkta renkleri seçemeyişimizdeki hikmeti fark etmeden sürekli renkliliği övmek doğru mu?
***
Düşünün...On binlerce yıldır gündüzden geceye; geceden gündüze geçip durduk. Renkleri görmemizi sağlayan gözlerimizdeki fotoreseptörlerimiz az ışıkta iş göremez hâle geliyor, sonra her sabah dünya yeniden renkleniyordu.
Yani yeryüzünün ve karanlık ile aydınlık arasındaki medcezirin bir parçasıydık.
Optik veya kimyasal bir oyun değildi renk.
Yaşıyor olmaktı.
Artık her saat dijital renklerle iç içeyiz ve bu bizi hiç mutlu kılmıyor.
Nedenini sormaya cesaretimiz var mı?
***
Renk dedim de...İris geldi şimdi aklıma...
Gözümüzdeki çiçek...
Göze rengini veren tabaka; gözbebeği hani...
Ama işte onu da teknolojiye kaptırdık.
İkinci parmak izimiz olduğu ortaya çıktı.
Sevgililerin her bakışmasında yanar döner bir kıpırtı kazanan o tatlı yuvarlak artık güvenlik sektörünün kontrolünde...
***
Velhasıl...Akıntıya kapılmış, sürükleniyoruz.
Böbürlenmelerimiz var ya...
Çok boş, çok renksizler.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Taktik hep aynı (25.11.2024)
- ‘Kıyamet kopmak üzere...’ (24.11.2024)
- Haftanın notları: Korka korka nereye? (23.11.2024)
- Ne oluyor, ne olacak? (21.11.2024)
- Çığ (19.11.2024)
- ABD’yi konuşmaktan mı korkuyorsunuz? (18.11.2024)
- ‘Ben... şey... inanacağım’ (17.11.2024)
- Haftanın notları: Maneviyat ölünce... (16.11.2024)
- Son... Bahar (15.11.2024)
- Nükleer ciddiyet! (14.11.2024)