HAŞMET BABAOĞLU

Beşikte ve tabutta

"Lizbon'daki bir meydanın merkezinde Luzitanya (yani Portekiz) servisi denen bir ağaç var. Dalları göğe doğru değil de, dışa doğru, yatay olarak gelişecek şekilde yetiştirildiği için, çapı yirmi metre uzunluğunda, su geçirmez dev gibi bir şemsiye oluşturuyor."
John Berger, "Buluştuğumuz Yer Burası" anlatısına böyle başlar.
Her okuyuşumda çok etkiler beni...
İki yüz yaşındadır ağaç.
Yana doğru gelişmiş dallarını taşımak için altlarına metalden çubuk ve ağ yerleştirilmiştir.
Ağacın yanında da gelip geçenlerin okuması için bir şiir kazınmış tanıtım levhası vardır.
Şöyle bir şey yazar...
"Ben senin çapanın sapıyım, evinin kapısıyım, beşiğinin ve tabutunun tahtasıyım."

***

Bu dize üzerine çok şeyler yazıldı.
Genel fikir, yazarın bu yolla tabiatla derin bağımıza vurgu yaptığıydı.
Tabiat...
Bizim beşiğimiz ve tabutumuz...
Fakat bir süredir bu dizeyi okurken gayet elle tutulur sorgulamalara kapılıp gidiyorum...
Artık çapaların sapları katı plastik benzeri maddelerden yapılıyor.
Evin ahşap kapısı mı?
Eski kırık dökük evler arasında yapılmış gezilerden kalma Instagram'da bir hatıra fotoğrafı...
Ya da bir iç mimarın ultra tasarımıyla sonradan görmelere hava attığı bir süs...
Bir antikacıda haklarında uyduruk hikâyeler anlatılmasına hiç aldırmadan dinlenmeye alınmış sayısız nesneden biri...
Hepsi bu kadar!
Ya beşik?
Bizi sarıp sarmalayıp uyutan kucak hani...
Artık beşik mi var?
Bir tabut...
Ağaçla, ahşapla giderayak son buluşma...
Bir o kaldı.

***

Nasıl da uzaklaştık ağaçtan, tabiattan?
Nihayet depremde yerle bir olabildiklerini idrak ettiğimiz sitelerin gezinti parkurları, astronomik fiyatlara pazarlanan koru manzaraları ve cadde kenarlarına asker gibi dizilmiş çınarlar, at kestaneleri gerçeği saklayamıyorlar.
Yeni moda histerik "parktaki ağaca sarılıp elektriğini atma" ayinleri uzaklığımızın altını daha fena çiziyor.
İç içelik, işinde gücünde "tabiilik" biteli öyle çok zaman geçti ki...
Ve işte sonunda sevdiğimiz, sevinçli tabiat gitti işte!
Geriye ürperten, ürküten, öfkeli ve yıkıcı tabiatla baş başa kaldık.

***

John Berger'in o sözlerinin hemen altındaki satırda şehir meydanı şöyle anlatılır...
"Tavuklar bakımsız otların arasındaki solucanları gagalıyorlardı." Ne? Yoksa tiksindiniz mi?
Şehir meydanları böyledir, sizi kentlere gönderelim.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.