Kan ter içinde basket topu peşinde koşturan çocuklardık...
Futbola gönül verişimiz çok sonradır...
O zamanlar sanki bütün Kadıköy basketbol oynardı...
Kadıköyspor, Modaspor gibi semt kulüplerini geçtim; evlerin aralarında beş metrekare boşluk olsa, mahalleli hemen bir pota dikerdi.
Sonra fark etmiştim...
İş tren yolunun ötesine geçince değişiyordu; Merdivenköy'den Pendik'e kadar futbolun hükümdarlığı vardı.
Fikirtepe patlak topla, Beylerbeyi meşin topla futbol oynar; dönüp basket topuna bakmazlardı bile...
Üsküdar mı?
Bir gün toplanıp
Salacak'a gitmiştik. Çocuğuz işte, hep manzara seyredecek halimiz yok, ara sokaklara daldık, bir bakkal dükkânıydı sanki, durduk gazoz aldık...
Bakkal bize sayfaları sararmış
siyer kitapları verdi; eve gelince yutar gibi okumuş, birkaç haftalığına sokağı unutmuştum.
***
Zihnim yine nerelere gitti...
Hayaller sönünce, hatıralar coşarmış ya, öyle işte!
Geçen hafta çocukluğumun sandviçlerini anlatma sözü vermiştim, biliyorum; lafı oraya getirmek isterken dağıldım.
Neden mi?
Çünkü Moda, Cem Sokak'taki Kadıköyspor sahasında basket antrenmanından öyle iştahlı çıkardık ki, tarifi zor.
Kan ter içinde çantalarımızı kaptığımız gibi
ya Bahariye'ye "artistik" yemeye koşardık ya da Koço'ya sandviç yaptırmaya...
Koço (Konstanti Natof ) 1885'ten beri hizmet veren
Milka şarküterinin sahibiydi. Şahane ekmeklerin içine özenle kendi yaptığı mayonez ve zeytin ezmesini sürer, sonra usul usul salam ve eski kaşarları yerleştirirdi. Camekânına yüzümüzü dayar, onun ellerinin çalışmasını büyülenmiş gibi izlerdik.
Ama iyi şarküteri o zaman da pahalı bir şeydi. Harçlıklarımızı birkaç hafta biriktirmemiz gerekiyordu.
O yüzden esas yerimiz
Bahariye'de Ahmet'in büfesiydi.
Isıtılmış sandviç ekmekleriyle yapıp "artistik", "anjelik" gibi isimler koyduğu sandviçlere bayılırdık.
O zamanlar anlamıştım; sandviç neşeydi...
Bugün de öyle.
İnsan kendi kendine evde sandviç hazırlarken bile birden neşeleniveriyor.
***
Böyle şeyler anlatınca...
"Nostalji yapma, geçmişten fayda yok!" diyen
ezberciler var.
Oysa
hatırlamak, şimdiki zamana ait bir eylemdir.
Ayrıca yurdunu kaybetmiş insana yurdunu arama (çünkü nostalji budur) demek de hem saçma, hem de acımasız değil mi?
Bir de şu var...
Ne isterdiniz? Demansta gibi, geçmişi silinmiş bir halde mi yaşayalım?
Asıl ağır ihtiyarlık odur, hatıralara dalmak değil.