Asla unutmam deriz de, sonra hatırlar mıyız?
Yaş aldıkça anlıyor insan...
Biz bir zaman makinesiyiz; tedirginlik içinde ileriye doğru gidiyoruz; ürpertiler, sevinçler, hüzünler içinde geriye doğru...
Ama bunlar benim sözüm mü, yoksa bir roman kahramanından aklımda kalanlar mı, işte onu hatırlayamıyorum.
***
İki yaşındaki Jean bebek arabasındadır.Dadısı onu Şanzelize'ye götürmüştür. Bir adam, Jean'ı kaçırmaya çalışır. Dadı karşı koyar. Adam dadının yüzünü tırmıklar. Kalabalık müdahale edip polis gelince, adam kaçar.
Bütün bunları en ince ayrıntısına kadar hatırlar Jean.
Jean dediğim, çocuk eğitiminin meşhur ismi ve deneysel psikolojinin babalarından Jean Piaget.
Peki sonra ne olmuş, dersiniz?
Dadı yıllar yıllar sonra günahlarını itiraf etmek istediğini belirten bir mektup yazar. Kaçırma olayını kendisinin uydurduğunu, yüzündeki tırnak izlerini kendi kendine yaptığını, kahramanca davranışı nedeniyle Piaget'nin ailesinin hediye ettiği saati de iade edeceğini belirtir.
Piaget hatırladığı olaya "anının anısı" diyor; güçlü bir yalanın geride bıraktığı anı...
Aile içinde konuşulanların anıya dönüşmesi yani ama nasıl da canlı bir biçimde hatırlanmaktadır.
***
Geçen pazar "En erken hatıranız hangi yaşınıza ait?" diye sormuştum.Baktım, okurlarımın kendi tecrübeleri de bilimsel bulgularla örtüşüyor; yani esaslı hatıralar üç buçuk yaşından sonra başlıyor.
Buraya mim koymalı...
Yani dil olmadan hatıra da olmuyor.
Dil yeterince gelişkin karakter kazandığında hatıralar da istiflenmeye başlıyor sanki...
Görüntüler ve istisnai olaylar önemli...
Ama bir de kokular var.
Hafıza kokuya takılıyor, kaydediyor.
Koku da hafızanın kuytularını bir çekmeceyi karıştırır gibi karıştırabiliyor.
Eskilerin "Koku hamil-i hatıradır" demesi boşuna değil elbet...
***
İster erken yaşlara ait, ister daha sonraki dönemlere...Neleri en güçlü biçimde hatırlıyoruz peki?
İşte işin bu yanı laboratuvara gelmiyor.
Sarsıcı olayları hatırlıyoruz, o kesin!
Unutması da güç oluyor.
Ama bir düşünün...
Anılarımız dediğimiz upuzun film şeridinde anlamı, yeri yurdu belirsiz ne çok şey var...
Cees Nooteboom'un sözü geliyor aklıma: "Hafıza, canı nereye isterse oraya oturan bir köpek gibidir."
Hatırlamak için çırpındığımız şeylerin bir türlü istediğimiz kıvamı tutturamayışını; renginin, tadının solgunluğunu hangimiz bilmeyiz ki!
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Öğretmenler Günü (26.11.2024)
- Taktik hep aynı (25.11.2024)
- ‘Kıyamet kopmak üzere...’ (24.11.2024)
- Haftanın notları: Korka korka nereye? (23.11.2024)
- Ne oluyor, ne olacak? (21.11.2024)
- Çığ (19.11.2024)
- ABD’yi konuşmaktan mı korkuyorsunuz? (18.11.2024)
- ‘Ben... şey... inanacağım’ (17.11.2024)
- Haftanın notları: Maneviyat ölünce... (16.11.2024)
- Son... Bahar (15.11.2024)