Hâlâ mı
"Aşkın gözü kördür" deyip duruyorsunuz? Aşk nadir
bir şey. Üzerine uzun boylu
konuşmak doğru mu, artık şüpheliyim.
Lakin şu gerçek:
Bizi kör eden sevmek değil, sevilmek!
***
Gençlerden, gençliğini arayanlardan; her yaş ve baştan insandan ne çok hikâye dinledim son zamanlarda... Aşk diye anlatıyorlar, oysa
"sevildikleri" inancıyla kendilerinden geçmişler. Bir tür
"sonradan görmelik" sarhoşluğu... Çok insanca ama sıkıntılı. Yıllar önce yazmıştım, hâlâ aynı yerdeyim: Şu hesaplı kitaplı
sevilmeler dünyasında, gerçekten
sevmeye bir türlü sıra gelmiyor. Herkes sevilişine âşık!
***
Depresyon, rekabetçi/fırsatçı ve gelecek yatırımcısı finans kapitalizminin kaçınılmaz sonuçlarındandı.
Binlerce yıllık hüznün ve modern çağların melankolisinin yerini depresyon almıştı. "Kalk ve derhal hayata katıl!" deyip duran toplumsal düzene karşı kendini güçsüz ve göreve hazır hissetmediği için battaniyesinin altında kalmak isteyen insanlar ortaya çıktı. Belki Berardi'nin şu tanımını da devreye katmak gerekir:
"Depresyon, mutlu olmaya mecbur tutulmamızla yakından bağlantılıdır." Ama durum değişiyor. Şimdi ne olacak?
Pandemi sonrası çok farklı. Global kriz kapitalizmin bilinen hallerini aşındırıyor; rekabet üzerine kurulmuş pembe yalanlar çözülüyor, işyerinin ve paranın cazibesi geniş kitlelerden uzaklaşıyor, mutluluk ideolojileri gülünçleşiyor...
Sıra açık öfke patlamalarına mı gelecek?
***
Yaygın bir ifadedir,
"Beynim yoruldu" deriz. Mecazen
"toplumsal beyin" diye bir şeyden de söz edebiliyorsak,
bilmeliyiz ki, o beyin çok ama
çok yorgun...
***
Geçen pazarki yazımı P.J. Zwart'ın "Bir zamanlar yaşadığımız bir yere geri dönmek elbette mümkün ama bir zamanlar yaşadığımız bir ana dönmek, ne yazık ki imkânsız" sözleriyle bitirmiştim. Zamanın maddeleşmesinin imkânsızlığı üzerine bir tespitti ama ruhum şiddetle buna karşı çıkıyordu. Nitekim N. Gedikoğlu'ndan çok anlamlı bir itiraz geldi: "
Bir zamanlar yaşadığım yere dönemem, çünkü zamanın attığı maddi çizikler o yeri çoktan değiştirmiştir. Ama limbik sistemin bir parmak şıklatması,
hatta bir koku bile beni yaşadığım ana geri döndürür; hem de aynı heyecanla..."
***
İnsan zamanla anlıyor:
"An" denilen şey hızla geçiyor, tut tutabilirsen! Ama
"anılar" öyle kanlı canlı, öyle elle tutulur ki...