Veba... Özgün adıyla
La Peste...
Albert Camus'un 1947'de yayımlanan romanı. Şu sıralarda
pek meşhur. Fransa, İngiltere ve
Güney Kore'de internet üzerinden kitap
satışı yapan sitelerinde
satış rekorları kırıyor. Kitabı tartışmak için tv programları
yapılıyor, yayıncılar bütün
riskleri göze alarak
matbaaları yeni baskılar
için çalışmaya
zorluyor... Cezayir'in
Oran kentini vuran
(kurgusal) veba salgınını
gün gün
kayda geçiren romanı
yirmili yaşlarımda
okumuş, sonra
bir daha hiç yüzüne
bakmamıştım.
Geçen gün bir daha okudum, bazı bölümlerini çok sarsıcı buldum, altını çizdiğim kimi satırları aşağıya aktarıyorum...
***
İnsan hazırlıksız yakalanır... Felaket insana yakışmaz, o yüzden sanki gerçekdışıdır. Kötü rüyadır, gelip geçecek denir, ancak her zaman öyle olmaz, kötü rüyalar arasından insanlar gelip geçer. Yurttaşlarımız da böyleydi. Alçakgönüllü bakmayı unutuyorlardı, felaket imkansız sanıyorlardı. İşlerini yapıyorlar, yolculuklar tasarlıyorlar, aralarında tartışıyorlardı. Bütün bunları ortadan kaldıran vebayı nasıl düşüneceklerdi! Kendilerini özgür sanıyorlardı çünkü. Oysa felaketler var ve kimse özgür değil.
***
"Doktor, bakıyorum siz de vebanın olumlu yanını, yani insanları bazı gerçekleri görmeye zorladığını düşünüyorsunuz!" Doktor sabırsızlıkla başını salladı; "Bu dünyadaki bazı hastalıklar için doğru olan, veba için de doğru. Bazılarını olgunlaştırabilir. Bununla birlikte getirdiği sefalet ve acıyı hesaba katarsak, vebaya boyun eğmek için deli, kör ya da korkak olmak gerekir" dedi.
***
Bunlar kahramanlık değil, dürüstlük. Belki gülünç gelebilir ama vebayla savaşmanın tek yolu dürüstlük.
***
Artık kişisel kader yoktu. Veba ve herkesin paylaştığı duyguların ortak tarihi vardı.
***
Kuşkusuz aşklarımız yerinde duruyorlardı ama artık kullanılamaz haldeydiler. İçimizde taşınması güç bir suç veya mahkumiyet gibiydiler. Geleceği olmayan bir sabırdan ve inatçı bir bekleyişten başka bir şey değildiler.
***
Sonunda valilik bildirileri zaferin kazanıldığını ve hastalığın geri çekildiği inancını doğruladı. Gerçekten bir zafer var mıydı? Hastalığın geldiği gibi gittiği söylenmeliydi yalnızca. Bir bakıma görevi sona ermişti.