Türkiye Avrupa’nın ortasında...
Huzursuzluğu kimse istemez. Bu hakikattir. İnsanlar gibi uluslar da birbiriyle anlayış ve kabul ilişkisi içinde yaşamak ister. Her ne kadar dış politika kuramının bir temel ölçüsü 'dost-düşman' devlet kavramı üstüne otursa da bütün bu uluslararası örgütlenmelerin maksadı dostluk bağlarını güçlendirmektir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası dış politika anlayışı bu mantığa yaslanır.
Ne var ki, AB şimdi BM'den daha ciddi sorunlara sahip. Daha ileri gidip söyleyeyim. Eğer gündelik ama ciddi yani işin teorik ve entelektüel yanına eğilen Batı basınına bakarsanız artık bir AB yoktur. İngiltere'nin Birliği terk etmesi, Akdeniz ülkelerinin (ah bu Akdeniz ülkeleri ah...) yaşadığı ekonomik bunalım ve iflaslar, Avro kullanmayan ülkeler derken AB derin bir bunalımdan geçiyor. Bu köşede o bunalımı özellikle Brexit döneminde çok irdeledik.
Almanya bu şartlarda Avrupa'nın sahibi gibidir. İngiltere'nin Brexit'inde 'Avrupa dışı bir Avrupalı devlet ve 'ada devleti'' (tanım Churchill'indir) olmak kadar Almanya'nın gücüne karşı bir pozisyon oluşturma çabası da mevcuttur. Tabii, Fransa büyük bir devlettir, ekonomisi fena değildir. Ama gırtlağına kadar ciddi sorunlara sahiptir. Geriye gerçekten de başlı başına bir güç odağı olan İngiltere ve Almanya kalıyor.
Bu Almanya şimdi adım adım tırmanan bir kriz içinde Türkiye'nin Gümrük Birliği sürecine devam etmeyeceğini bildiriyor. 'Türkiye ile Gümrük Birliği'nin genişletilmesini hayata geçirmeyeceğiz ve sadece paranın tam olarak nereye gittiğini bildiğimiz alanlarda katılım öncesi mali yardım yapacağız' diyor Merkel. Ciddi bir adım bu.
Daha önemli noktalar da söz konusu. Birincisi, şunu bilelim, Almanya'nın Kürt ve PKK konusunda öteden beri Türkiye'yi taciz eden ciddi bir 'duyarlılığı' var. Sağır sultan da duydu. Bu hassas bir zemin. İkincisi ve asıl can alıcısı, AB-Türkiye ilişkileri.
Buradaki strateji bellidir. Türkiye altmış yıldır kapıda bekletilen bir ülke. Daha fazla böyle devam edemez. Elbette Türkiye onurlu bir ülke olarak buna bir tedbir almak zorundadır. Ama bu tutum AB ile olan bağların kesilip atılması anlamına gelmez. Tersine o hamle Türkiye'den kurtulmak isteyen (bu kesindir) AB'nin ekmeğine yağ sürmek olur.
Kaldı ki, AB ile bağlarını tümden koparmış bir Türkiye'nin bu durumda çıkarı ne olacak? İngiltere'nin Brexit'i, şimdi yavaş yavaş Fransa'da dile getirilen Franxit aynı şey değildir. Onlar 'Avrupa'nın içindeyken dışında' kalmak istiyor. Türkiye bugüne değin AB'nin bütün kurum ve süreçlerinde olup AB'nin dışına çıkacaksa o başlı başına bir macera demektir.
Kaldı ki, İlber Ortaylı hocamız da geçen günkü yazısında Mohaç'la birlikte 'Türkiye aslında Avrupa tarihinin de, coğrafyasının da ortasına oturdu' diyordu.
Bence Türkiye hâlâ orada oturuyor ve orada kalmalı...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- ‘Sondan bir önceki’ yazı... (01.09.2017)
- Kasketten atlete... (30.08.2017)
- ‘Sol’dan ‘sos’a: Bir ayrışma ihtiyacı (28.08.2017)
- Türkiye’de Macron olmak... (25.08.2017)
- Kılıçdaroğlu aday olmazsa... (23.08.2017)
- Türkiye Avrupa’nın ortasında... (21.08.2017)
- Sıradan faşizm ve radikalizm ihtiyacı... (18.08.2017)
- Gecikmiş ırkçılık hayreti... (16.08.2017)
- Üniversite yerleştirmeleri üstüne... (14.08.2017)
- Bir tatil sonrası düşünceleri... (11.08.2017)