Bayramlar konusunda iki yazı yazdım. Bu bayram 'söylemi'nin bizi olmayanbir bayram 'nostaljisi' içinde tuttuğunu,böyle sürekli olarak yaşadığımız geçmişözleminin aslında bir yitik zaman ve yitikçocukluk duygusuyla ilişkiliolduğunu belirttim. Sözkonusu iki kavrama saplanıpkalmanın erginleşmemizemani olduğunu, birtürlü büyüyemeyişimizinböyle bir duruma bağlı olabileceğiniyazdım. Bununmodernleşmeyle ilgili birhal olduğunu da vurguladım.
Şimdi aynı bağlamda yer alan başka bir örneğe geçeyim. Belki de hiç akla gelmeyen bir konu: İstanbul!
***
Hemen belirteyim ki, bu muhteşem kentin bilinçsizce kırılıp dökülmesine, harap edilmesine, hesapsız kitapsız (veya çokhesaplı kitaplı bir şekilde) dönüştürülmesine üzülmemek elde değil. Ortada gerçekten de yok edilen, yok olan bir İstanbul var.
İyi ama bunun sadece bize ait bir sorun olduğunu kim söylüyor? Ahmet Rasim üstadımız İstanbul'un alt üst edilmesinden yakınıyor. karıştırdım tekrar. Aynı yakınma, üzüntü Nahit Sırrı Örik'in İstanbul Yazıları kitabında mevcut. Refik Halit'in adlandırmasıyla büyük 'İstanbulist' SermetMuhtar Alus çok farklı bir tarz içinde de olsa başka bir şey yazmaz. Büyük üslupçu RefikHalit'in bizzat kendisi İstanbul'un hem kent hem 'ahval ve etvar' olarak yıkılıp gittiğine yanar yakılır, yakınır.
Daha doğal bir şey olamaz. Bir kent değişmektedir. Paris'te de aynı şeyler yaşanmıştır. Baron de Housmann'ın büyük dönüştürümü bizdekine benzer yıkımlarla sağlanmıştır. (Değil mi, Yahya Kemal de 'eski Paris'te bir ömür geçti diyordu', evet, 'eski Paris'te'...)
***
İki hususa değineyim.
Birincisi, hafıza meselesidir. İnsan hafızasıyla(burada 'bellek' değil- o başkabir şeydir) yaşar. Onu korumak ister. Amabu bir çelişkidir. Hafıza, olmayan birşeyin, geçmişe ait bir şeyin hıfzedilmesidir. O nesnenin kendisi mevcutsa hafızanızdaki onun sübjektif (indi) hatırasıdır. Doğduğunuz ev ayaktaysa onun hafızayaait kısmı içindeki anılarınızdır. Yoksa o birhafıza meselesi değildir. İstanbul'u bu yöndenele alıp irdelemek gerek.
***
İkincisi, kentler 'yapılan' şeylerdir. Bir tahayyüldür kentler. İnsanlar Paris'e gitmez,kurulmuş, geliştirilmiş Paris hayalinegiderler. Bu, modernleşmenin getirdiği bir durumdur. Zaman ve mekân değişince modernleşmeyle birlikte 'yitikkent' söylemi de başlar.
Fakat bizdeki biraz farklıdır. 'Eski Paris' et ve kemiktendir. 'Eski İstanbul' ise hiç olmamış, yaşanmamış bir İstanbul'dur. EskiParis bir hafıza mekânıdır. Eski İstanbul ise bir 'hayal mekânı'dır. (Yahya Kemal'in İstanbul'u adlandırması da 'hayal şehir' değil miydi?) Birisi olandan doğmuştur, diğeri olmayandan. Eski ve bitmiş, artık kalmamış fakat daha da önemlisi hiç olmamış bir İstanbul hayalinin içinden sürekli olarak ağıt yakıyoruz.
***
Peki ama bu aradığımız, yitirdik dediğimiz,bulamadığımız İstanbul hangisidir? Eski ve gerçek İstanbul, doğru, çok tahrip edilmiştir ama yerindedir, Bizans ve asıl Osmanlı İstanbul'u olarak. 'Artıkyok' dediğimiz İstanbul, zaten 'modernİstanbul'du' ve öncelikle o ortadan kalktı. Yani biz modernleşmenin bir kere daha modernleştirmek için yıktığı 'modernİstanbul'u arıyoruz. Halbuki Osmanlıİstanbul'u her şeye rağmen yerinde duruyor. Fakat o kültürü bilmediğimiz için onu ne tanıyabiliyoruz ne de yaşayabiliyoruz.
Sorun şu: 'Eski İstanbul' türküsü bizi daima bir geçmişte tutuyor. Hem 'moderniz' hem de sürekli bir nostalji üretiyor, eskiyi özlüyor ve anıyoruz O nostaljiden zevk alıyoruz. Olanı bırakıp hiç olmamışla kendimizi oyalıyoruz. Bir türlü büyümemek dediğim budur...
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.