Hiç büyüyemeyişimiz bayramlardan olmasın?...
Asıl mesele şu: bayramlarla ilgili ciddi bir sosyolojik araştırmamız yok. Aklımızda bir bayram düşüncesi var. Ben de o düşüncenin iki boyutu olduğu kanısındayım. Birincisini, işte o pazartesi yazısında yazdım. Bu, diyorum, inşa edilmiş bir düşüncedir. Esasen olmayan veya olmuş bitmiş bir bayram anlatısına dayanır: Osmanlı'nın son döneminde gelişen toplum ve kent hayatıyla bütünleşmiş bir anlatıdır bu. Direklerarası ile özdeşleşir. Daha sonraki dönemin kentlileri bu simgeler ve anlatılar etrafında bir 'bayram nostaljisi' kurmuştur. Burada esas olan da Ramazan Bayramı'dır.
Tam da burada bizim gelenek-modernlik çatışması bir kere daha devreye giriyor. İki örnek vereyim. Bir, şimdi 'ramazan bayramı' dediğimiz bayramın adı çok yakın zamana kadar 'şeker' bayramı idi. Bu nereden çıktı, nasıl oldu? (Arapçada buna 'ıyd ul fıtr' denir. Buradaki 'fıtr', 'fıtır'la ilgili değildir. 'Fıtr' açma demektir ki, 'iftar' da bu kökten türer. Yani 'açma bayramı'dır adı, bir aylık orucu açma...) şimdi nasıl Ramazan Bayramı'na döndük? Daha laik (!) bir tutumdan daha dindar (!) bir tutuma mı geçiyoruz?..
İki, mesela, çocukluğumda, kentliler birbirine bayramlaşmaya gittiğinde 'likör' ikram edilirdi. Bu nereden çıkmıştı, nasıl bir yörünge izleyip Kars'a, Ankara'ya kadar gelmişti? Sabah sabah bayram ziyaretine gelenlere içirilen 'likör'ler. En dindarların bile herhalde öyledir deyip içtiği likörler. Bu sosyoloji irdelenmeyip ne irdelenecek? (Şimdi de çocukluğumuzda 'cici likörler' (o zaman öyle denirdi) içilirdi diye bir nostalji üretilebilir.)
Bizse bayramlar üstünden ve onlara yüklediğimiz, yitik çocukluğumuz etrafına örülmüş nostaljiyle birlikte sürekli olarak bu 'büyümeme/kopmama' içinde kalıyoruz. Senede en az iki defa 'yitirilmiş çocukluk' gerçeğini anımsıyoruz ve bir türlü o geçmişten kopup, unutmayla gelen erginliği yaşayamıyoruz. Hele çocukluğun daima anne-baba-aile ile birlikte 'gelen' bir kavram olduğunu düşünürsek...
Bu meyanda, her yıl aşağı yukarı 40 gün arayla tekrarladığımız 'yitik bayramlar / yitik çocukluk' adeta bizim bir türlü aşamadığımız 'çocukluk gökyüzümüz'dür ve bizi neredeyse Oedipal bir çemberin içinde saklı tutmaktadır. Bu çember 'geleneğin yitimi' ile zaman zaman kesişir. Mesela, lokum, akide şekeri, artık hepten unutulmuş, badem şekeri, evde yapılan baklava bu 'yitik gelenek' anımsatıcılarıdır ve sadece kent ve modern hayat için geçerlidir.
Bayram konusu bütün bu boyutlarıyla ele alınmalı. Değindiğim nostalji, anımsama, gelenek gibi konular bakımından bu kadar zengin bir başka kavram bilmiyorum diyecektim ki... Cumayı bekleyiniz. Hayret verecek bir bahse gireceğim (!)
Bir kere daha herkese daima iyi bayramlar...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- ‘Sondan bir önceki’ yazı... (01.09.2017)
- Kasketten atlete... (30.08.2017)
- ‘Sol’dan ‘sos’a: Bir ayrışma ihtiyacı (28.08.2017)
- Türkiye’de Macron olmak... (25.08.2017)
- Kılıçdaroğlu aday olmazsa... (23.08.2017)
- Türkiye Avrupa’nın ortasında... (21.08.2017)
- Sıradan faşizm ve radikalizm ihtiyacı... (18.08.2017)
- Gecikmiş ırkçılık hayreti... (16.08.2017)
- Üniversite yerleştirmeleri üstüne... (14.08.2017)
- Bir tatil sonrası düşünceleri... (11.08.2017)