‘Biz neden böyleyiz?...’
Çok okudum. Gene de dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir ülkenin benim konumumdaki herhangi bir insanının bizim kadar ülkesiyle meşgul olduğuna rastlamadım.
Bir kere bu başlı başına bir 'durum'dur.
Bir haldir. Bir gerçektir.
Yani, neden Türkiye'de okur yazarlar, aydınlar kendi ülkelerini ve meselelerini bu derecede merak eder, irdeler, konuşur? Neden ha bire 'biz neden böyleyiz?' diye sorup durur?..
Evet: Düşmek! Düşmüş, düşkün bir ülkenin 'münevverleri' olarak iki yüz yıla yakın bir süredir çok açık biçimde 'Türkiye nasıl kalkınır' sorusunun çözümüne kafa yoruyoruz.
Çağlar, olaylar, dünya değişiyor fakat soru aynı: Türkiye nasıl ilerler, kalkınır, büyür?
Kuşkusuz ilerledi, kalkındı ve büyüdü Türkiye. Bırakın 1920'leri Türkiye bugün 1970'lerin Türkiye'si de değil, 1990'ların ülkesi de değil. Ama bunların hiçbirini yeterli bulmuyoruz. Bu çok ilginç bir durum.
Çarpıcı bir durum.
Tatminsizliği yaratan nedir, kişi başına düşen gelir yetersizliği midir, eşitsiz gelir dağılımı mıdır, okullulaşma oranları mıdır? Neyi kendimize ölçü alacağız, OECD raporlarının saptadığı ilk on ülkenin göstergelerini mi?
Şurası açık bir gerçek ki, değişsek de, gelişsek de Türkiye kendi kendisine yetmeyen, gözü yukarılarda bir ülke. Öte yanda bir gerçek var. Bırakın 1960'larda yarışa katılan ve bugün başa güreşen ülkeleri, son otuz yılda bu meydana çıkan birçok ülke de biliyoruz, bakıp parmak ısırdığımız.
O zaman insan bunca çabaya rağmen bu arabanın neden 70-80 yılda bir türlü hızlanamadığını sordukça soruyor.
O üç nedenin ilki planlama ve liyakat eksikliği. Türkiye kayırmacılık ve plansızlık nedeniyle müthiş zaman, güç ve kaynak yitirmiştir. Hedeflerini seçmemiş, eğitimini ona göre düzenlememiş, gücünü rasyonel biçimde örgütleyememiştir.
İkincisi, demokrasi eksikliğidir. Hala bir marifetmiş gibi sunulabilen o 1960 darbesinden sonraki tüm darbeler, 15 Temmuz'a kadar, Türkiye'yi ne kadar zamandan, imkandan mahrum etmiştir, bunu çok serinkanlı biçimde değerlendirmek gerekir. Her darbe Türkiye'nin bir on yılını alıp götürmüştür.
Çünkü şöyle bir gerçek var. Eskiden belli bir ekonomik seviyeye gelmeden demokrasinin yaşamayacağı düşünülüyordu. Şimdi ise o ekonomik seviyeye demokrasi olmadan gelinmeyeceği matematiksel olarak kanıtlanmış durumda.
Bunların uzantısı olan üçüncü nedeni de yazayım: Bürokrasinin modernizasyonu.
Maalesef o alanda yaşadığımız, liyakat sistemine geçememekten türeyen olumsuzluk elimizi kolumuzu bağlıyor.
Yoksa dinmiş, Weberyen manada 'Protestan ahlakı' eksikliğiymiş, elbette önemlidir ama, bizim durumumuz açıklamaya yetmeyen, artık nispeten eskimiş, aşınmış, aşılmış görüşlerdir. Çoğu bir öz-Oryantalizm bağlamında edilmiş laflardır.
İki, Türkiye ne pahasına olursa olsun demokratikleşmeyi sonuna kadar öğrenmeli, uygulamalı, yaşamalıdır. Üç, Türkiye yeni bir anlayış ve planlamayla yaratıcı, yenilikçi, öncü alanlara yönelmelidir.
Bunları bir reçete olarak değil, gündelik yaşama gerçeği olarak benimsemelidir.
Benden sonrakilere duyururum...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- ‘Sondan bir önceki’ yazı... (01.09.2017)
- Kasketten atlete... (30.08.2017)
- ‘Sol’dan ‘sos’a: Bir ayrışma ihtiyacı (28.08.2017)
- Türkiye’de Macron olmak... (25.08.2017)
- Kılıçdaroğlu aday olmazsa... (23.08.2017)
- Türkiye Avrupa’nın ortasında... (21.08.2017)
- Sıradan faşizm ve radikalizm ihtiyacı... (18.08.2017)
- Gecikmiş ırkçılık hayreti... (16.08.2017)
- Üniversite yerleştirmeleri üstüne... (14.08.2017)
- Bir tatil sonrası düşünceleri... (11.08.2017)