Cumhurbaşkanı Erdoğan Akparti'nin genel başkanı oldu. Bana göre bir genel başkan vekilinin atanması uygundur. CB olarak Erdoğan'ın her hafta grup toplantılarına katılması, gündelik siyasalpolemikler içinde yer alması güçlükler doğuracaktı. Dünle birlikte başlayan dönem 'yenidönem' olarak nitelendiriliyor.
Bir de misyon yükleniyor: 'atılım'.
Bu benim için önemli bir kavram. Onu dahafazla modernleşme olarak anlıyorum. Çünkü Akparti'nin 2002'den bu yana geçen hikâyesinin belkemiğini bu modernleşmehamlesi oluşturuyor.
Türkiye'nin cumhuriyet tarihi içinde bir türlü gerçekleştiremediği büyük göçhareketinin ve kırsal alanın kente aktarılmasını bu işin en önemli odağı olarak değerlendirmek gerek. Milyonlarca insanın kentlere gelmesi, burada hiçbir toplumsalsorun çıkarmaksızın yerleştirilmesi tarihsel bir başarıdır. Akparti'yle ilgili her şeyi buradan başlayarak okumak ve irdelemek gerek.
Bu gelişme ve Arap Baharı'na kadar onunla at başı giden demokratikleşme Akparti'nin bu defa büyük kentlerdekikitlelerle ilişki kurmada kullandığı köprüydü.
Demokratikleşmenin dayanağı olan 'yumuşak güç' anlayışı ülkeye milyarlarcadolar yabancı sermaye gelmesini, o da büyük sermayenin, metropol burjuvazisiningüçlenmesini sağlıyordu.
Üçüncü hamle AB idi. OD'nin yeniden şekillenmesine imkân sağlayacak şekilde 'hazırlanan' Suriye savaşından önce bu süreç de olanca hızıyla ilerlemişti. Ne var ki, AB'nin o tarihten başlayarak evvela OD'deolanları beklemek ve görmek, Türkiye konusunu sonraya bırakmak yönündeki politikası doğunca o süreç akamete uğradı.
Bugünkü noktaya geldik.
***
Bundan sonra ne olacak? 2002 sonrasında Akparti'yi büyük kitleler nezdinde çok güçlü bir parti haline getiren politikalar sürecek mi? Bu sorunun bence hiç akla gelmeyen bir yanıtı var. Hemen belirteyim.
Türkiye kent burjuvazisi/büyük sermayebugün ciddi yakınma içinde. Demokrasisorunlarımız olduğundan başlayarak (ki,elbette doğru) dış sermaye ithaline, ABkonusuna kadar her alanda kısıtlama veçıkmazlarımız olduğuna değiniyor. Geçerlisaptamalar. Ne var ki, neden bu noktayageldiğimizi iyi çözümlemek zorunlu.
Bana kalırsa bu şartların oluşmasındaki en önemli etken büyük burjuvazinin daha 2002'den başlayarak Akparti'yi hiçbenimsememesidir. Doğrudur, 2007sonrasında nispi bir yakınlaşma görülmüştür ama bu da bir benimsemeye, bir kontrata, bir kabullenmeye ve desteğe dönüşmemiştir. Zamanla da ipler büsbütün kopmuştur. Tersi iddia edilemez söylediklerimin.
2002'de kent burjuvazisi orduylabütünlük içindeydi. Akparti'ye ordukan kusturuyordu. Bu dönem 2007'ye kadardarbe arayışları ve Cumhuriyet mitingleriyle,367 rezaletiyle sürdü. Ancakondan sonra özel toplantılarda, özelgörüşmelerde ve bilhassa giderek artansermaye kazançlarıyla Akparti sözeldüzeyde nispeten benimsendi ama aslao kesimin oy desteğine kavuşmadı.
Artan oylar sağın kendi içindeki oy transferlerindenkaynaklandı.
***
Tersi nasıl olacaktı? Akparti icraattabulunuyordu, icraatında da Türkiye'ninMalezya, İran, Endonezya olacağına (!)dair 'işaretler' yoktu. Tersine İslami hassasiyetlerivurgulayan ama merkez sağgörüşlerle hareket eden bir parti vardırortada ve karşı taraf kendi içine kapanmıştı.
Bu kapanma kendi diyalektik tepkisini üretti ve bugüne geldik. O nedenle Erdoğan'ın kendi tabanından öteye bakıp, kongrede, '80 milyon bizim muhibbimizdir' demesi hayati derecede önemlidir.
Umarım kent burjuvazisi bu defa önüne çıkan bu fırsatı kullanır. Bu 'yenidönem'de yeni bir iletişim doğar, yeni köprüler kurulur, yeni kontratlar yapılır.
Sadece Türkiye değil dünya da buna ihtiyaç içinde!...
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.