İyi sinema iyi siyasettir...
Bu cümle bana 19. yüzyıl sonu veya 20. yüzyıl başı yazarlarının 'bahar geldi' diye başlayan cümlelerini çağrıştırıyor, anımsatıyor.
Gerçekten de bahar bana göre İstanbul'a film festivalinin başlamasıyla geliyor.
Eskiden, daha 1980'lerde bu iş ilk defa 'Sinema Günleri' adıyla başladığında da çok heyecanlanmıştım.
Ve itiraf edeyim ki, o 'sinema günleri' adını çok sevmiştim. Hâlâ da sımsıcak içimdedir.
Ankara'dan kaçar gelir, Nihal'le Ülker'in Yedikule'deki küçük ama çok güzel, çok sıcak evlerinde gençliğimizin hülyalarını sinemanın hülyalarıyla birbirine karıştırırdık.
Sonra iş büyüdü, güzel 'Sinema Günleri' adı Film Festivali'ne dönüştü, biz yaşlandık, hayat bambaşka mecralarda aktı gitti.
35 yıl sonra bir yeni festival açılışında bunları düşünüyordum.
Sinema siyasetten önemlidir. Çünkü iyi sinema daima iyi siyasettir. Ne anlatırsa anlatsın bu böyledir!
Sinema bu ilişki alanlarının en önde gelenlerinden. Bir yüz yıldır sinema insanları diğer bütün sanat etkinliklerinden daha fazla birbirine bağlıyor.
Türkiye bakımından da bu böyle.
Yeni Türk Sineması diye bir kavram var artık. Doğrusu bu 'yeni sinema' birkaç kez değişti, içeriğini birkaç kez değiştirdi.
Ama 2000'lerden, 2000'lerin ortasından bugüne devam eden damarıyla bu sinema Türkiye'yi en önemli, etkili zeminlerde temsil etti. O ödülleri sinemacılarımız kadar Türkiye de kazandı.
Bir Avrupa sanatı olarak doğsa da sinema kitle kültürü aracı olarak Amerika'da şekillenmiştir. Amerika'yı Beyaz Saray kadar Hollywood'un yönettiği çok söylenmiştir.
Unutmayalım ki, ABD Başkanı, eski ve sıradan bir oyuncu olan Reagan, seçilmeden önce Hollywood'da Sinema İşverenleri Sendikası Başkanı idi. O derecede önemlidir sinema.
Türkiye bu gerçeği hiçbir zaman kavramadı.
Kendi yağıyla kavrulan bir dünya oldu Yeşilçam. Zamanla da aşındı gitti. Nasıl Hollywood'un 'kitle kültürü' anlayışına karşı 'bağımsız sinema' çıktıysa Türkiye'de de bugün kendi çabasıyla sinema yapmaya çalışanlar var. Bu 'yeni sinema' özünde 'bağımsız sinema'dır. Doğrudur, Kültür Bakanlığı sinemaya bir katkı sunmaya gayret eder. Ama bu ne yeterlidir ne de işlevsel.
İFF gibi festivallerin bir önemi de burada.
O ana akım sinemadan örnekler göstermekle birlikte daha çok bağımsız sinemanın sivrilmiş yapıtlarını sunuyor izleyicilere. Zaten büsbütün azalmış salonlarda asla yer bulamayacak filmler buralarda gösterilebiliyor.
İzleyici de yeni dünyalar keşfediyor.
Sinema en çok budur: insana tutulmuş bir kameradır sinema.
İstanbul'da baharın önce sokaklara mı yoksa sinemalara mı geldiğinden emin değilim ama... Çok yaşasın İFF!...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- ‘Sondan bir önceki’ yazı... (01.09.2017)
- Kasketten atlete... (30.08.2017)
- ‘Sol’dan ‘sos’a: Bir ayrışma ihtiyacı (28.08.2017)
- Türkiye’de Macron olmak... (25.08.2017)
- Kılıçdaroğlu aday olmazsa... (23.08.2017)
- Türkiye Avrupa’nın ortasında... (21.08.2017)
- Sıradan faşizm ve radikalizm ihtiyacı... (18.08.2017)
- Gecikmiş ırkçılık hayreti... (16.08.2017)
- Üniversite yerleştirmeleri üstüne... (14.08.2017)
- Bir tatil sonrası düşünceleri... (11.08.2017)