İnsan insanın kurdudur...
Düşüncesi düşünceme taban tabana ters düşse de onun devletle birlikte bazı toplumları, toplumlardan ziyade insanları anlamak bakımından tek yazar olduğunu düşünürüm. Ama bu kavramı sanıldığı gibi Leviathan'da değil, De Civis'te kullanır, girişinde. (Size bir şey söyleyeyim mi, biraz mahcubum ama o kadar etkilendiğim Freud'un dünyada Hobbes'a en yakın kişi olduğunu zaman zaman aklımdan geçiririm.)
Ama o durmuş trafikte bile insanlar öne geçmeye çalışıyor, emniyet şeridine dalıyor, olmadık işler yapıyordu. Kimsenin umrunda değildi etraftaki dinginlik, eflatun, mor ve mavi devedikenleri... Yapacak bir şey yok, 'esmerleşen akşam'la birlikte Toscana vadilerini anımsatan hafif tepelere bakıyor ve düşünüyordum, cep telefonunda caz vardı.
Tam bir 'road trip' yapıyorduk. İznik'e uğramıştık. Güzel, nefis surların, Bizans yapılarının, çok sevdiğim Hacı Özbek Camii'nin etrafında dolaşmış çıkmıştık.
Derken bir yol üstü lokantasına girdik. Vakit hayli geçmişti. Orada insanları tezgâhtaki yemekleri değil adeta birbirlerini yemeğe çalışırken gördüm. Uzun yoldan, sıcaktan sıkılmış insanlar sanki tatile değil kavgaya çıkmışlardı. Birbirlerine saldırıyorlardı. Gel de Hobbes'u düşünme...
Ondan sonra Balıkesir'e kadar yol iyi kötü aktı, gece yarısına yakın bir otele girdik, beni uyku tutmadı, bu meseleleri kafamda evirip çevirdim.
Bütün bu yaşadıklarımızın özünde, bana göre, trajik bir kültür anlayışıyla yoğrulmamız yatıyor. Kabul ediyorum, belki Barok istisna, hiçbir büyük kültür 'komik' veya 'carniavalesque' değildir. Antik Yunan'dan beri, trajiktir. Bütün dinler bu trajik olanla iç içedir. Hepsinden beteri diyeceğim, modern kültür de kendisini trajikle bütünleştirmiştir. Buna 'kıyamet' senaryolarını, 'geri kalmışlık' korkularını, büyük savaşların yıkımlarını ekleyin.
Bugünkü dünyaya bakın, dün fazla uzak ve yorucu geliyorsa. Dünyanın herhangi bir köşesinde en küçük bir mutluluk haberi var mı? 'Kan, ter ve gözyaşı' ile yoğrulmuş günlerin içinden geçiyoruz, terör, ölüm ve diğer kıyımlarla beraber.
Oysa hiç de öyle değil. Mesela büyük dünya üniversitelerinin internet sayfalarını okuyun. Ne buluşlar göreceksiniz, ne yeni düşünceler, ne çarpıcı girişimler. Hayal kurmanın heyecana dönüştüğünü ve taş gibi somutlaştığını fark edeceksiniz.
O zaman geriye bir tek şey kalıyor: neşesini, sevincini, heyecanını yitirmiş toplumlar, insanlar ve insanlık. Oysa insanlık daima bunlarla yükseldi: neşe, iyimserlik, ironi, mizah. Sanat budur! Yaratıcılık budur! Ölüm oradaysa, dirim de buradadır.
Böylelikle kurtulur 'insan insanın kurdu' olmaktan. Herkese iyi bayramlar...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- ‘Sondan bir önceki’ yazı... (01.09.2017)
- Kasketten atlete... (30.08.2017)
- ‘Sol’dan ‘sos’a: Bir ayrışma ihtiyacı (28.08.2017)
- Türkiye’de Macron olmak... (25.08.2017)
- Kılıçdaroğlu aday olmazsa... (23.08.2017)
- Türkiye Avrupa’nın ortasında... (21.08.2017)
- Sıradan faşizm ve radikalizm ihtiyacı... (18.08.2017)
- Gecikmiş ırkçılık hayreti... (16.08.2017)
- Üniversite yerleştirmeleri üstüne... (14.08.2017)
- Bir tatil sonrası düşünceleri... (11.08.2017)