Ölen (!) liberalizm bize ne söyler?...
Bu nasıl iştir ki, Cumhuriyet gazetesi dolaylı olarak, liberalizmin 'ölmesine' neredeyse ağıt yakıyor. Roger Cohen'in yazısı neden oluyor bu yakınmaya. Cohen ne bir bilim adamıdır, ne bir kuramcıdır ne de bir düşünür. Bir köşe yazarıdır.
Oysa bu konuda, liberalizmin geldiği, vardığı yer konusunda kazanlar dolusu mürekkeple yazılmış cilt cilt kitaplar var. Cumhuriyet bugüne kadar onlara dayanarak Türkiye'de yazılmış yazılara sırt çevirdi de şimdi Cohen'den hareketle mi bu konuya eğiliyor? Kaldı ki, bu konuda bizde de yazılmış fevkalade yazılar var. Demek hâlâ bu Oryantalist damar, bazı Cumhuriyet yazarlarının pek kıvılcımlı yazılarına rağmen hayli işlek.
Geçelim, sadede gelelim. Birincisi, Cumhuriyet hangi liberalizmin öldüğüne eriniyor? Neo-liberalizm ise bu, varsın ölsün, pek o kadar önemli değil. Kaldı ki, soldan baktığını söyleyen Cumhuriyet'in bugün neo-liberalizmin ölümüne ağıt yakması pek akla sığacak bir husus değil. İkincisi, yok, eğer Cumhuriyet büyük ideoloji liberalizmin öldüğünü söylüyorsa o da gene hayli tartışmalı bir konu. Sol hareketler hayli uzun zaman bu ideolojiyi ortadan kaldırmak için uğraştı.
Diyelim, dünyanın o gününde değiliz. Bugün liberalizmin ölmesiyle daha otoriter, daha ırkçı, daha dışlayıcı siyasetlerin öne çıkmasını kastediyor isek, o başka bir şeydir. Sadece böyle bir saptamayla geçiştirilemez. Daha derine inen sorunlar söz konusudur. Oysa Cumhuriyet hiç o havalardan çalmıyor.
İkincisi, bu yok oluş diyelim, gene Cumhuriyetin aklının ermediği bir şekilde, küreselleşmeyi, Avrupa şartlarını, hümanist tutumu da beraberinde suyun dibine çekti.
Üçüncüsü ve daha vahimi, bir daha değineyim, Türkiye'nin pozisyonudur. Bu da iki düzeylidir.
Birincisi, Türkiye, neo-liberalizmin katı tutumuna karşılık 2002 sonrasında popülist, 'solumsu' (quasi- left/ pseudo- left) cevaplar üretti. Akparti'nin realitesi buydu. Ama eğer Batı'daki sistem kendisine bile yenik düşüyorsa o takdirde bu tutum dalga dalga Türkiye'yi de etkileyecektir. Nitekim 2013 sonrasında Türkiye'deki tartışmaları bu eksene oturtmak, bu çerçevede ele almak gerekiyor. Buna Türkiye'de yakınılan muhalefet eksiğini, içe kapanmaları, kutuplaşmaları eklemek gerekir. Kaynak Batı'dır.
Şaşacak bir şey yok. Türkiye Avrupa'yla iç içedir. Oradaki nezle bize de bulaşır. Neoliberalizmi öyle yaşadık. Liberal genişlemeden öyle etkilendik. Bugünkü durumu da öyle yaşayacağız. Asıl önemli olanı budur. Yani, eğer Avrupa daha az hoşgörülü, daha sert, daha katı olacaksa bizdeki siyaset de öyle olacaktır. Kılıçdaroğlu'nun o 'sertleşeceğim' salvolarının gökten indiğini mi sanıyorsunuz? Ama unutmayın ki, toplulukçu (communitarian) yaklaşımlar ve göçmen politikası bağlamında da siyaset olarak mevcut gidişe ters bir Türkiye var.
Liberalizmle faşizm arasında salınan bir dünya bana ancak 1930'ları anımsatabilir...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- ‘Sondan bir önceki’ yazı... (01.09.2017)
- Kasketten atlete... (30.08.2017)
- ‘Sol’dan ‘sos’a: Bir ayrışma ihtiyacı (28.08.2017)
- Türkiye’de Macron olmak... (25.08.2017)
- Kılıçdaroğlu aday olmazsa... (23.08.2017)
- Türkiye Avrupa’nın ortasında... (21.08.2017)
- Sıradan faşizm ve radikalizm ihtiyacı... (18.08.2017)
- Gecikmiş ırkçılık hayreti... (16.08.2017)
- Üniversite yerleştirmeleri üstüne... (14.08.2017)
- Bir tatil sonrası düşünceleri... (11.08.2017)