Tosun Hoca, hayat ve biz
1983'te gökyüzü biraz aydınlanmışsa da hâlâ bir çöl ve cehennemdi o kent. İnsanlar yeni yeni toparlanıyordu fakat unutmayalım ki, Nuran'ın yönettiği Tanbay Galeri'de o sıralar Barış Derneği davasından tutuklu ressam Orhan Taylan'ın sergisi, insanlar resimleri hapishaneden koyunlarında gizlice çıkardıkları için açılabilmişti. Yani bir tek dostluklar kalmıştı o yıkım günlerinde dayanacak, tutunacak. Zindandı gerisi ve 1980'lerin ortasında ayakta kalanlar tuz basılmış yaralarla devam ediyordu yaşamaya.
Tosun Hoca o 1970'lerde ODTÜ'de genç bir matematikçi olarak dekandı. Bildiğim kadarıyla iki büyük ölüm tehlikesi atlatmıştı. Galiba birinde evine giren suikastçıyı yakalamıştı. Diğerinde arabasının etrafında bekleyenleri ihbar edip yakalatmıştı.
Zamanlar bin bir hengâmeyle 1990'lara devrildi. Türkiye'nin artık kavramları, iklimi, ihtiyaçları değişmişti. Benim hayatımda da art arda yeni dönemler açılıyordu. 1991'de kurulan hükümette Tosun Hoca yakın dostu Erdal İnönü'ye bağlı TUBİTAK Başkanlığı'na getirildi. Ben de Kültür Bakanlığı'nda Danışman olmuştum ve SHP'de de danışmanlık yapıyordum.
Nihayet 1995'te bir arama konferansı yapıldı ve Sabancı Üniversitesi'nin kurulmasına karar verildi. Beni o oluşuma Erdağ Aksel çekti. İstanbul'a gidip gelmeye başladık. Bir grup insan olarak biz Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi'ni tasarladık. İtiraf edeyim ki, o meşhur, ilk üç yılın ortak okunması ve gideceği bölümü öğrencinin kendisinin özgürce seçmesi kararı o toplantılarda ortaya çıktı, oluştu ve alındı. Tosun Hoca henüz ortada yoktu.
Galiba 1997'de Tosun Terzioğlu üniversitenin rektörü oldu. SÜ bana da hocalık teklif etmişti. Tosunlar hemen, ben 12 Ocak 1998 günü geldik İstanbul'a. Kaderimiz bir daha kesişiyordu. Önce Sabancı Holding binasında, sonra Karaköy'deki Minerva Han'da okulu kurmaya başladık. Temel Geliştirme Programı'nın başına geçmiştim. 1999'da Gebze'ye kampüse taşındık. Artık 2000'ler sahnesi açılıyordu.
Alabildiğine bir heyecanla, başlangıçta Sakıp ve Güler Sabancı'nın müteşekkir olduğum desteklerinden başka hiçbir şeyin bulunmadığı kampüste çalışmaya koyulduk. O ıssızlık dolu kampüste Türkiye'nin en iyi okullarından biri kuruldu. Sakıp Bey ve Güler Hanım onların vizyonları, kabulleri, hoşgörüleri olmasaydı hiçbir şey olmazdı. SÜ'de çok ve önemli işler yaptık. Tosun Hoca, getirilen bütün yeniliklere hızla uyum sağladı.
SÜ modelini, anlam ve önemini benimsedi. İnatla ve dirençle savundu. Anlayışlı, vizyonu olan, yapıcı bir hoca ve yöneticiydi. Sosyal bilimlere olan yakınlığı ve yatkınlığı, kızının tarihçi oluşu, öyle bir modelde hılza eriyip ufalanacak 'sanat ve sosyal bilimler' fakültesinin ayakta kalmasını sağladı. Ona en büyük teşekkürüm bundandır. Bu meziyetleriyle, meraklarıyla daha çok emek verseydi önemli bir düşünce insanı da olabilirdi.
Hayat su gibi aktı. Bir gün o rektörlükten ayrıldı. Bir gün de ben ağlaya ağlaya SÜ'den ayrıldım. Artık şehirde yaşamak istiyordum. Hemen belirteyim, içtenlikle belirteyim, Tosun Terzioğlu muhakkak ki, çok yetenekli, değerli bir insandı ama arkasındaki büyük güç eşi Nuran'dı. Nuran'sız bir Tosun, bana kızmayın, muhtemelen bu yaptıklarını yapamayacaktı. Böyle düşünüyorum. Neticede güzel, verimli, zevkli bir hayat sürerek ayrıldı dünyadan.
Bazı kişiler ölünce bazı devirleri de kapatırlar.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- ‘Sondan bir önceki’ yazı... (01.09.2017)
- Kasketten atlete... (30.08.2017)
- ‘Sol’dan ‘sos’a: Bir ayrışma ihtiyacı (28.08.2017)
- Türkiye’de Macron olmak... (25.08.2017)
- Kılıçdaroğlu aday olmazsa... (23.08.2017)
- Türkiye Avrupa’nın ortasında... (21.08.2017)
- Sıradan faşizm ve radikalizm ihtiyacı... (18.08.2017)
- Gecikmiş ırkçılık hayreti... (16.08.2017)
- Üniversite yerleştirmeleri üstüne... (14.08.2017)
- Bir tatil sonrası düşünceleri... (11.08.2017)