Nikâh tazeliyoruz
AB ile. İşi bu '
cicim ayları' mertebesine getiren gayet tatsız bir olaydı:
göçmen meselesi. Aman kapımıza dayanmasınlar, her türlü dengemizi bozuyorlar korkusuyla, bizim, gözümüzü kırpmadan,
üç milyon kişiyi misafir ettiğimizi görerek, Türkiye'ye karşı yürüttükleri
manasız ve katı tutumlarını gevşettiler. Üç milyon avro verdiler, biz de göçmenleri topraklarımızda oyalamayı kabul ettik. Böylece Avrupa göçmenlerden 'kurtuldu'(!).
Her şey bu kadarla sınırlı olsa iyiydi, hoştu. Ama bu göçmen konusu hızla daha ileri gitti. Daha doğrusu savruldu. Hatta öyle bir savruluş ki bu, bir yandan Avrupa'nın
insancıllık, hoşgörü, anlayış, kabul gibi ilkelere dayalı
ülkülerini parçaladı, bir yandan da onlar üstüne oturmuş
AB kurumlarını yerle bir etti.
***
Şimdi aklı erenler feryat ediyor, yapmayın etmeyin diyorsa da, Avrupa, ürettiği o büyük kültüre rağmen içinde, köklerinde saklı tuttuğu,
ırkçı, faşizan, zalimlik genlerini harekete geçirdi.
Şu olanlara bakınız! Bir yerlerde
göçmenlerin bileklerine bilezikler takılıyor. Bir yerlerde
borçlandırılsınlar deniyor. Bir yerlerde
ellerindeki mal mülk müsadere ediliyor. Kısacası ve çok açıkçası
Avrupa, göçmen istemiyor. İstememek ne kelime onlardan nefret ediyor.
İmkânım olsaydı buraya alıntılamak isteyeceğim iki fotoğraf gördüm. Birisi, bir
botta ölüm kalım savaşı veren insanları gösteriyor. Neredeyse
Gericault'nun
Medusa'nın Salı isimli tablosunun birebir kopyası gibiydi. Dileyenler girip internetten bakabilir. Birinde de at üstünde polisler denkleri sırtlarında yürüyen insanları yediyordu. Tıpkısı tıpkısına Rus ressam
İlya Repin'in
Tekne Çekenler resmi idi. Dileyen onu da bulup izleyebilir. 21. yüzyılın şu gününde yaşananlar o iki resimle özetlenebiliyor, olacak iş midir?
***
O zaman geriye vermek gereken bir karar kalıyor:
Avrupa bitti mi?
Batı basınında son derecede aklı başında insanlar bu görüşte. Sadece göçmen politikası nedeniyle değil, aşırı sağın yükselişi de bu soruyu sormamıza yol açıyor.
Nilgün Cerrahoğlu bu konuda dikkat çekici iki yazı yazdı.
New York Times'da yazan Nobel iktisat ödüllü
Paul Krugman bu kanıda. Avrupa, ideallerini somutlaştıracak kurumları oluşturamadı diyor. Katılmıyorum. Avrupa'nın 'görüşü' son kertede
patolojiktir. Bunca insanı
soykırımlarla yok etmiş,
faşizmler üretmiş bu
Karanlık Kıta (deyim tarihçi
Mark Mazower'indir) kurumları da Krugman'ın sandığı gibi '
yüksek ülküler' etrafında değil, bu tutumunu somutlaştıracak '
esneklikler'le meydana getirdi.
***
Böyle olduğu içindir ki,
Britanyalılar, Avrupa'ya asla ödün vermiyor. İster sağdan ister soldan olsun AB hâlâ Britanya'dan
şiddetli eleştiriler alıyor. Şimdi İşçi Partisi'nin başına geçen 'komünist' veya radikal sol
Jeremy Corbyn yeni bir kavram geliştirdi:
Brexit. Bir 'neolojizm' yani yeni sözcük ve tüm o sözcükler gibi iki kelimeden oluşuyor:
Britan ve exit. Yani çıkmak; yani,
Britanya çıkar! Nereden olacak, Avrupa Birliği'nden.
Tamam, İngiltere '
Adalı' olduğunu söylüyor, bu özelliklerinin onlara
apayrı bir kültür getirdiğini belirtiyor, doğrudur ama hepsinden önemlisi ve asıl mesele
Anglosakson demokrasisinin esnekliğini, hoşgörüsünü, uzlaşmacılığını Avrupa'nın asla benimsememesidir.
Danimarka'nın yaptıkları düşünülünce
İngiltere solunun düşüncesi daha iyi anlaşılıyor.
Ölüdür Avrupa artık...