İç ve dış politika ayrımı
Ama gerçekte bu ikisinin birbirinden öyle kolayca ve keskin hatlarla ayrılabileceğini düşünmek gerçekçi değildir. Ve hattı bazı şartlar altında doğru bile olmayabilir. Dış politika, içerideki istikrar ve dinamizm gibi unsurları kapasitesinin bir parçası haline getirebilir. Veya aynı şekilde dış politikadaki başarı veya başarısızlıklar iç siyasete doğrudan yansıyabilir.
Hatta sağlıklı bir strateji için yansımalıdır da. En nihayetinde dış politikanın amacı, içeriye dönüktür. Devletler vatandaşlarının güvenliği, zenginliği ve huzuru için ulusal çıkarları savunmakla yükümlüdür. Bu ulusal çıkar ilkesi, iç siyasetin bir parçası olarak çiğnenmediği müddetçe iç ve dış arasındaki karşılıklı ilişki sorun olmaz. Hatta reelpolitiğin büyük isimlerine bakacak olursanız, bu ilişkiyi ustalıkla harekete geçirdiğini görürsünüz.
Kardinal Richelieu, devletçilik ile hikmet-i hükümet ilişkisini kurmuştur. Metternich, muhafazakârlık ile Avrupa uyumunu beraber yoğurmuştur. Bismarck, Alman bütünleşmesi ve büyümesini aynı tezgâhta dövmüştür. Churchill, demokrasi oyunu ile güç dengesini birleştirmiştir.
Tabii ki bir siyasi lider, ülkesinin ulusal çıkarlarını başarıyla savunduğu müddetçe iç siyasette de parlayacak ve bu başarılar iç siyasetin de dizayn edilmesine yarayacaktır. Veya tabii ki bir siyasi lider iç siyasette oluşturduğu kimlik, bütünleşme, dinamizm gibi unsurları dış politikasında bir güç unsuru olarak görecektir.
Türkiye'de zaman zaman iç ve dış politika ayrımı yapılırken bu ilişkiler kolayca göz ardı edilebiliyor. Muhalefet, Erdoğan eleştirisini çoğunlukla ülke eleştirisi haline getirmek gibi bir yöne bile sapabiliyor. Üstüne üstlük Erdoğan'ın dış politika başarısını içeriye yansıtmasından rahatsız oluyor.
İyi de neden? Gerçekten bir lider, ülkenin menfaatlerini başarıyla savunuyorsa demokratik siyasetin bir parçası olarak bu başarı ülkenin siyasi tartışmalarına da yansımalı. Evet, gerçekten Erdoğan, son 6 yılın içerisinde dış politikada muazzam işler başardı. Karabağ'dan Libya'ya kadar bir nüfuz alanı inşa etti. Bunun iç siyasete yansıması gerekirdi. İçeride siyasi rekabet ve kaliteyi artırması beklenirdi. Ama içerisi başka âlem.
Erdoğan'ın dış politika performansını izlerken hep aynı duyguya kapılıyorum. Bir dışarıda yaptıklarına bakıyorum, bir de içeride muhatap olduğu ucuzluğa. Amerika'ya bu kadar direnebilen, Putin'le böylesine müzakere edebilen, bunca olandan sonra Körfez'de böylesine coşkuyla karşılanan başka örnek biliyorsanız söyleyin. Bilmiyorsanız en azından saygı gösterin.
Bir de karşı tayfaya bakın. Erdoğan tüm bunları yaparken altısı bir araya gelmiş de Erdoğan'ı devirecekmiş. İşte bu resmi görünce içim burkuluyor. Makas öylesine açık ki, söyleyecek söz bulamıyorum. Muhalefetin güdüklüğü ile Erdoğan'ın vizyon, performans ve markası arasındaki fark dehşet veriyor.
Erdoğan'ın BAE ziyaretini izlerken aklımdan geçenler işte bunlardı. Bence siz de düşünün. Türkiye hangisini hak ediyor?
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Koridorun da ötesine geçen bir etkinlik (07.10.2023)
- Terörün farklı yöntemleri (05.10.2023)
- Liberal demokrasiden geriye ne kaldı? (03.10.2023)
- Sivil Anayasa mümkün (02.10.2023)
- Menendez çok da önemli değildi (30.09.2023)
- Zengezur koridoru ve Türk dünyası (28.09.2023)
- CHP’de herkes haklı (26.09.2023)
- Daha adil bir dünya mümkün (25.09.2023)
- Blöf mü, değil mi? (23.09.2023)
- Tesla fabrikası otomobil endüstrisine katkı sağlar (19.09.2023)