Kutuplaşma hikâyesi
Bazıları bu kutuplaşmaya işaret edip ahlar vahlar içinde "Ne oldu bize" edebiyatı yapıyor. Bunu da doğru bulmuyorum. Genelde bunu yapanlar sanki üzülürmüş numarası çekerek toplumsal kutuplaşmaya yeni katkılar sunmaya çalışıyor. Sanki çok olağandışı bir durum varmış algısı yayılıyor ve ülkenin istikrarsızlıkla boğuştuğu ima ediliyor. Böylece hükümete yeni bir salvo yapılmış oluyor.
Aslında siyasi kutuplaşma ne olağandışı ne de yeni bir olgudur. Her şeyden önce kutuplaşma siyasetin doğasında vardır. Siyaset, toplumsal çıkarların dağıtımında üstün gelme çabasıdır. Bir nevi güç mücadelesidir. Ve bu hep bir ötekinin varlığını ve onunla mücadeleyi gerektirir.
Mesela, demokratik siyasette kazanan taraf belli bir dönem içinde kendi siyasi ajandasını ülke ajandası haline getirir. Bunun için de vatandaştan aldığı güç ve iktidarı hukuk çerçevesinde kullanır. Muhalefet ise bir an önce kendi siyasi gündemini tekrar iktidara getirmek için uğraşır. Özellikle bir tarafta belli bir güç birikimi olmamışsa kutuplaşmanın dozajları da artış gösterir. Kutuplaşma siyasi bir rekabetin varlığının göstergesi olması bakımından siyasetin normal işlediğinin de bir belirtisidir. Tabii ki aşırılaşmadığı müddetçe.
İkinci olarak, kutuplaşma Türkiye siyaseti için yeni değil, genel bir eğilimdir. Zaman zaman gevşemeler olur ama hâkim yapı kutuplaşmadır. Çok partili sisteme geçildiğinden bu yana birçok dönemde sert kutuplaşmalar hep yaşanmıştır. Hatta günümüzden çok daha sertleri olmuştur.
Ellili yıllarda insanlar köylerde sandık başlarına kazma kürekle gitmiştir. Altmışlı ve yetmişli yıllarda siyasal kutuplaşma kanlı bir seviyeye dahi ulaşmıştır. Sokaklar sağ ve sol olarak ikiye bölünmüş, siyasi cinayetler gündelik bir hâl almıştır.
80'ler ve 90'lar, askeri vesayetin daha doğrudan ve zaman zaman yoğunlaşarak siyaseti baskı altına alması nedeniyle siyasi kutuplaşmanın o tarihlerde daha düşük olduğunu düşünebilirsiniz. Siyaset kurumu gittikçe zayıfladığından ve çok parçalı hale geldiğinden kutuplaşma eğilimi dağınık bir düzen gösteriyordu. Aslında 90'larda yoğun kutuplaşma olmamasının nedeni, siyasetin zayıflığı nedeniyledir.
AK Parti iktidarlarının son dönemlerinde kutuplaşmanın tekrar yükseliş göstermesi de aslında siyasetin geri dönüşü anlamına gelir. AK Parti'nin erken dönemlerinde siyaset, bürokratik vesayeti zayıflatırken pek sorun yoktu. Ancak vesayet mekanizmaları yıkıldıktan sonra siyaset geri dönünce herkes kendi siyasi gündemini ve toplumsal çıkarını ön plana çıkarmaya başladı.
Eski vesayetin parçaları kendilerini dışlanmış olarak gördüler ve kutuplaştılar. Liberaller, AK Parti'ye kendi gündemlerini dayatamadıklarını anladıklarında eski vesayetçilere katıldılar. FETÖ'cüler AK Parti'yi devre dışı bırakıp kendi vesayetlerini kuramadıklarında kutuplaşmanın kutup başı haline geldiler.
Daha başka birçok toplumsal ve siyasal grup ile kurumu aynı çerçevede görebilirsiniz. Hepsinin asıl meselesi AK Parti iktidarını bir türlü tanımak istememeleridir. Dahası yeni bir düzen kurulduğunun farkındalar ve bu nedenle işi ölüm kalım mücadelesine çevirdiler. Bu da çok şaşırtıcı değil.
Fakat dış bağlantı üzerinden sadece siyaseti değil toplumu gererek kutuplaştırmayı artırma eğilimi sanırım ilk kez bu dönemde oluyor. Onu da bir sonraki yazıda ele alalım.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Koridorun da ötesine geçen bir etkinlik (07.10.2023)
- Terörün farklı yöntemleri (05.10.2023)
- Liberal demokrasiden geriye ne kaldı? (03.10.2023)
- Sivil Anayasa mümkün (02.10.2023)
- Menendez çok da önemli değildi (30.09.2023)
- Zengezur koridoru ve Türk dünyası (28.09.2023)
- CHP’de herkes haklı (26.09.2023)
- Daha adil bir dünya mümkün (25.09.2023)
- Blöf mü, değil mi? (23.09.2023)
- Tesla fabrikası otomobil endüstrisine katkı sağlar (19.09.2023)