Türkiye'nin dış politikası, zamanınruhuna göre çeşitli dönüşümlergeçiriyor. Örneğin, 2000-2010arası uluslararası işbirliğinin yoğun biçimdegündemde olduğu dönemlerdi. O tarihlerdeTürkiye de diplomasiyi ve ortaklarıylayakın ilişkiyi ön plana çıkarıyordu.
Fakat 2012 yılından itibaren dünya siyasetinde yaşanan gelişmeler ve ülkemize yönelik sıkıştırma faaliyetleri çerçevesinde Türkiye de güvenliği önceleyen bir dış politikaya geçiş yaptı. O sayede maliyetlide olsa stratejik güvenlik krizleriniçözdü.
Bu sıralar ise diplomasinin tekrar öncelik kazandığını görüyoruz. Çünkü genel bir belirsizlik var dünyada ve Türkiye bir önceki dönemde karşısına çıkan güvenlik sorunlarından kendini başarılı bir biçimde sıyırdı. Şimdi de bunları diplomatik zemindetahkim ediyor.
Aslında hikâye bu kadar basit. Ama bunu anlamak istemeyen yeminli muhalifler, ısrarla tüm süreçleri tersinden okuma gayreti gösteriyor. Mesela, CHP'nin tutumunu kabaca ele alalım.
2000-2010 arası CHP dış politikadauzlaşmaz bir çizgiyi temsil ediyordu. Tüm dünyada işbirliğine dayalı ilişkiler gelişirken Türkiye'nin kavgacı bir çizgi benimsemesini savunuyordu. İlginç biçimde aynı CHP tam da Türkiye'ye yönelik güvenlik sorunlarının artış gösterdiği dönemde bu tehditleri göz ardı ederek diplomasitavsiyesinde bulundu.
Diplomasi tabii ki her daim tavsiye edilebilir. Ama ABD başta olmak üzere tüm ortaklarınız sınırınızda terör devleti kurmaya çalışırken "PYD bize mi saldıracak"diyemezsiniz. ABD ile yine müzakere yaparsınız. Teröre destek vermekten vazgeçirmeye çalışırsınız. Ancak ABD'nin FETÖ ve PYD'den vazgeçmeyeceğini gördüğünüzde ilişkilerin gerilmesinden daha doğal bir şey olamaz. O saatten sonra diplomatik müzakere tavsiye ederseniz ya aptal olduğunuz ortaya çıkar ya da kötü niyetli.
Zamanlama önemli
Aynı tersten vurma çabalarına bugün de rastlıyoruz. Türkiye tam da diplomasiyi devreye soktuğunda muhalifler bu kez "Türkiye'nin korktuğu için teslimolduğu" iddiasını dile getiriyor.
Son beş yılın kaba bir hesabını samimiyetle yapın, karşınıza şöyle bir resim çıkar: Türkiye çok mücadele verdi ama öncelikli kriz konularının hepsinde kendine çok geniş bir alan kazandı. Doğu Akdeniz,Suriye, Karabağ ve terörle mücadelebirer başarı hikâyesine dönüştü.
Şimdi elde ettiği bu başarıları diplomatik zeminde tanıtmasın da gereksiz kavgaya mı girsin istiyorsunuz? İşbirliği ile çatışma arasındaki ilişki, fren ve gaz mekanizmalarının arasındaki ilişki gibidir. Ne sürekli gaza basabilirsiniz ne de sürekli frene. Gaza basmak baştan sona maliyetlidir. Mesela, yakıt tüketimini artırır. Kaza riski içerir. Ama uygun düzlükte ve gerekli zamanlamayla gaza basamazsanız bu sefer de mesafe alamazsınız.
Aynı mantıkla virajlardan önce frenebasmayı bilmezseniz bu sefer de tümkazançlarınız heba olur gider. Hiçbir yerevaramazsınız. Çünkü bu ikisi, bir ülkenindış politika ve güvenlik yolculuğunun kaçınılmazparçalarıdır. Zamanlamasının daiyi yapılması gerekir.
Ama bizde muhalefet maalesefvirajda gaza basmayı, düzlüktefren yapmayı tavsiye ediyor. Bununiyi niyetli olduğunu düşünmüyorum. Sırfsiyaset uğruna Türkiye'nin kazanımlarınıküçümsemek için yapanlar var. Dahada beteri, Türkiye'nin gereksiz kavgalaratutuşmasını isteyenler var. Bu sayedeErdoğan'dan kurtulacaklarını hayal ediyorlar. Yazık!
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.