ERHAN AFYONCU

Osmanlı kimliği 150 yıl önce denenmiş fakat tutmamıştı

19. yüzyılda devletin günden güne kötüye giden gidişatı, devlet adamlarını ve aydınları mevcut müesseselerde ıslahat fikrinden yeni bir düzen fikrine sevk etti. Bu yenileşmede model Avrupa idi. II. Mahmud'un reformlarıyla Osmanlı İmparatorluğu'nun yalnız askeri değil, idari, iktisadi ve sosyal yapısı tamamen değişti. Sultanın reformları, oğlu Abdülmecid'in Tanzimat uygulamalarıyla devam etti.
1789 Fransız İhtilali'nin bazı sonuçları, mevcut devlet anlayışını sarstı ve özellikle bünyesinde pek çok milleti barındıran imparatorlukları derinden etkiledi. Osmanlı aydınları asırlardır "Millet Sistemi" etrafında birleşmiş Osmanlı toplum yapısının çözüldüğüne şahit oldular ve bu duruma engel olmak için yeni bir "Osmanlı kimliği" inşa etme ihtiyacı hissettiler. Daha sonra "Osmanlıcılık" olarak adlandırılacak bu teşebbüs, Osmanlı toplum ve devlet yapısını dönüştürdü. Şerif Mardin, Şükrü Hanioğlu ve Azmi Özcan'ın "Osmanlıcılık" konusunda araştırmaları vardır.

II. Meşrutiyet Meclisi.
PARÇALANAN İMPARATORLUK
Rum isyanı ve ardından 1830'da Yunanistan Devleti'nin kurulması Şark Meselesi'nde yeni bir dönemin işaretçisiydi. Rum isyanı, diğer Balkan halklarına bağımsız devletler kurmaları yönünde bir örnek teşkil etti ve Balkan Savaşı'na kadar uzanan sorunlu bir dönemin başlamasına sebep oldu. Yunanistan'ın kurulmasının Şark Meselesi'ne bir diğer etkisi de Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanmasında yeni bir şekli temsil etmesiydi. Daha önceki tarihlerde Osmanlı İmparatorluğu büyük çapta toprak kaybetmiş ama bu kayıplar diğer devletlerin saldırıları sonucunda olmuştu. Yunanistan'ın isyan ederek bağımsızlığını kazanması ise Osmanlı tarihinde bir ilkti. Kendi tebaası isyan ederek ilk defa bir devlet kuruyordu.
Batı'nın baskısıyla bu tür bağımsızlık amaçlı isyanların artması Osmanlı İmparatorluğu'nu birtakım önlemler almaya zorladı. Yeni kanuni düzenlemelerle bazı haklar tanınırken Osmanlıcılık fikri etrafında Osmanlı topraklarındaki bütün milletlerin bir arada tutulmasına çalışıldı. II. Mahmud'un, "Ben tebaamın Müslüman'ını camide, Hıristiyan'ını kilisede, Musevi'sini havrada fark ederim, aralarında başka bir fark yoktur" sözleri, bu yeni durumun özetidir.
Osmanlı Devleti'nin meşruiyetini dayandırdığı din esaslı geleneksel yapılanmadan farklı milletler arasında eşitlik temelli yeni bir yapılanmaya geçildi. "Hâkim devlet" yerini "hadim devlet", "millet- i hâkime" de yerini "milletlerin eşitliği" anlayışına bıraktı.

Meşrutiyet kutlamalarının temsili resmi.
OSMANLICILIK-İSLAMCILIK
Osmanlı kimliği oluşturma çabaları 1839'da ilan edilen Tanzimat Fermanı ile resmi bir hâl aldı. 1856'da ilan edilen Islahat Fermanı, bilhassa gayrimüslimlere yeni haklar tanıdı. Yeni inşa edilmeye çalışılan Osmanlılık kimliği, modern eğitim kurumları, açılan gazeteler gibi çeşitli mecralarda güçlendirilmeye çalışıldı.
Islahat Fermanı'na karşı tepkiler, bazı Osmanlı aydınlarının farklı bir tavır sergilemesine sebep oldu. Yeni bir Osmanlı kimliğinin tepeden inme kararlar yerine anayasal bir düzenle tesis edileceği fikri giderek güç kazandı. 1860'larda Yeni Osmanlılar Cemiyeti adı altında birleşen aydınlar, Osmanlılık kimliğinin oluşturulması konusunda anayasal düzenin önemini kurdukları gazeteler-dergiler ve yazdıkları kitaplar başta olmak üzere her fırsatta dile getirdiler.
En tanınmış simalardan biri olan Namık Kemal, imparatorluk için tehlike arz eden ayrılıkçı fikirlerin, anayasal bir düzenle ortadan kalkacağını, eşitlik ilkesine dayalı ortak bir vatan mefhumunun oluşacağını savunmaktaydı. Cevdet Paşa ise "Avrupa'da gayret-i diniye yerine gayret-i vataniye kaim olmuş... Ama bizde vatan denilince askerin köylerindeki meydanlar hatırına gelir" demekteydi.
Aydınlar arasında bu tür fikri çözümler üretilmeye çalışılırken devlet erkânı gelişen durumlara göre bu fikirlerden yararlanma yoluna gitti. Nitekim İslamcı politikaların devam ettiği bir sırada 1876 Kanun-ı Esasi'nin 8. maddesinde, "Devlet-i Osmaniyye tabiiyetinde bulunan efradın cümlesine herhangi bir din ve mezhepte olursa olsun istisnasız Osmanlı tabir olunur" denildi. Ancak bu yeni kimlik teşebbüsü başarılı olamadı. 19. yüzyılın ikinci yarısında Balkanlar'da bağımsız Hıristiyan devletlerin sayısı giderek arttı. Rumeli'de yaşayan binlerce Müslüman ya katledildi veya Anadolu'ya göç etti. Osmanlıcılık tamamen terk edilmese de İslamcılık öne çıkmaya başladı. Hilafet, diplomatik ilişkilerde sık sık dile getirilen bir kavram oldu. Bazı aydınlar, "İttihad-ı İslam"ı imparatorluğu ayakta tutacak bir politika olarak değerlendirdiler ve başta gazete ve dergiler olmak üzere pek çok mecrada bu düşüncelerini dile getirdiler.

Farklı milletler Meşrutiyet'i ilan ediyorlar.
MEŞRUTİYET DE DERMAN OLMADI
II. Abdülhamid (1876-1908) saltanatı boyunca devleti ayakta tutmak için mücadele etti. 33 yıllık hükümdarlığı, imparatorluğun içten ve dıştan saldırılara uğradığı çok zor bir dönemdi. Sultanın muhalifleri, II. Abdülhamid tahttan indirilip Meclis açılırsa her şey hallolacak zannediyorlardı.
İttihad ve Terakki Cemiyeti, II. Abdülhamid'i tahttan indirmek isteyen içinde gayrimüslimlerin de olduğu pek çok grubun bir araya geldiği yapıya dönüşmüş, kurtuluşun daha özgür bir ortamda ve anayasal düzende olduğuna inanmışlardı.
İttihadçılar, tek kurtuluş reçetesi olarak gördükleri Meşrutiyet'i 1908'de tekrar ilan ettirince toplumda büyük bir heyecan ve coşku doğdu. Ancak eski düzenin ortadan kalkmasıyla siyasi ve sosyal yapıda büyük bir dönüşüm ve çözülme yaşandı. Devlet otoritesinin sarsılmasıyla büyük bir karmaşa meydana geldi.
II. Meşrutiyet döneminde Osmanlıcılık politikasına ağırlık verildi. "Hepimiz kardeşiz" şarkıları söylendi. Bulgar, Rum, Ermeni, Türk kol kola resimler yapıldı. Ancak oluşan özgürlük ortamı dağılmayı durduramadığı gibi bölünmeyi hızlandırdı. Nitekim aynı yıl içinde Girit Yunanistan'a, Bosna-Hersek Avusturya-Macaristan'a ilhak edilirken Bulgaristan da bağımsızlığını ilan etti.
Balkan Savaşları (1912-1913) sonucunda Rumeli topraklarının elden çıkmasıyla yaşanan katliamlar ve göçler, Osmanlıcılık fikrinin başarısızlığını açıkça ortaya koydu.

Arnavutluk isyanı.
TÜRKÇÜLÜK ÖN PLANA ÇIKTI
Balkan Savaşı'nda Müslüman Arnavutların ayrılması İslamcılık düşüncesini de sarstı. Bu tarihten sonra "Türkçülük" İttihadçıların en önemli politikalarından biri hâline geldi. 1914'te I. Dünya Savaşı'na İslamcılık ve Türkçülük politikalarının gölgesinde girildi. Cihan Harbi'ndeki Arap isyanları İslamcılık fikrine iyice darbe vurdu.
İttihadçılarda yoğunlaşmaya başlayan Türkçülük eğilimleri karşısında Osmanlıcılık bu defa İttihadçıların muhalifi olan siyasi fırkalar tarafından savunulmaya başlandı. Ancak Osmanlıcılık siyaseti Türkler için "milliyetsiz kalmak" manasına geliyordu.
İslamcılığın da imparatorluğun dağılmasına engel olamadığını düşünen bazı aydınlar, kurtuluşu Türkçülük politikasının uygulanmasında gördüler. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra tarihi gelişmelere ve dönemin fikri yapısına uygun olarak Türkçülük tek düstur olarak kaldı.
ÜÇ TARZ-I SİYASET
Yusuf Akçura, Paris'te hazırladığı "Osmanlı Devleti Teşkilatı Tarihi Üzerine Bir Deneme" adlı tezinde Osmanlı milleti oluşturma hareketinin neticesiz kalmaya mahkûm bir teşebbüs olduğu, devleti milliyetçiliğin kurtaracağı sonucuna varmıştı. 1904'te yayınlanan "Üç Tarz-ı Siyaset" adlı makalesinde Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük fikrini inceledi. Akçura, Osmanlı topraklarındaki Müslüman veya gayrimüslimlere eşit haklar vererek Amerika'dakine benzer bir Osmanlı kimliği oluşturmanın imkânsız olduğunu, İslamcılığın imparatorluğu tek başına ayakta tutacak sonuçlar vermediğini savundu. İslami Türkçülük çıkar yoldu. Makalenin yayınlandığı Kahire'deki Türk gazetesinde bir tartışma başladı. Gazetenin başyazarı Ali Kemal ve Ahmet Ferid (Tek), Akçura'nın fikirlerini tenkit ettiler. Ali Kemal, Osmanlıcılığın çıkar bir yol olduğunu söylerken, Ahmed Ferid ise her üç siyaset tarzının da duruma göre kullanılabileceğini ifade etti.
'RUMLARI RENCİDE ETMEYELİM'
Osmanlı yönetimi, gayrimüslim tebaa Osmanlı kimliğini kabul etsin diye çok uğraştı. Bu konudaki ilginç bir örnek şudur: 1900'lerin başında İstanbul'un fethinin kutlanması gündeme gelmiş, ancak II. Abdülhamid, gayrimüslim tebaa üzerinde olumsuz etki yapar diye bu teşebbüse izin vermemişti. Yıllar sonra, 1914'te bu konu hakkındaki düşüncelerini ise doktoru Atıf Hüseyin Bey'e şu şekilde izah etmişti. "Biz, İstanbul'u Rumlardan zaptettik. Fetih günü onlar matem tutmak isterler. Biz tezahürde bulunursak onların hissiyatını rencide ederiz. Benim zamanımda bir kere İstanbul'un fetih günü merasim yapmak istediler. Ben buna hissiyat noktasını nazara alarak müsaade etmedim. Bunlar hikmet-i hükümettir, çünkü her hükümet tebaasının hepsinin hissiyatını da rencide etmemeye çalışmalıdır. Her nedense biz kendi kendimize mesele çıkarıyoruz."
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.