Viyana bozgunundan sonra kendisini toparlamaya çalışan Osmanlı İmparatorluğu, Venedik ve Rusya'yı mağlup etmişse de 1715-1718 harplerinde Avusturya'ya yenilerek Sırbistan'ın bir bölümünü kaybetti. Bürokrat kökenli olan Sadrazam
Nevşehirli İbrahim Paşa, 1718'de Pasarofça Antlaşması'yla yaklaşık 35 yıldır süren savaş dönemine son verdi. Ancak savaşların bitmesiyle dertler sona ermemişti.
25 Mayıs 1719'da yaşanan deprem İstanbul'un bir kısmını yerle bir etti. Depremin arkasından gelen yangınla da Gedikpaşa'dan Kumkapı'ya uzanan sahil kül oldu. Sadrazam
Nevşehirli Damad İbrahim Paşa'nın teşvikiyle
Üçüncü Ahmed ve devlet adamları sakin ve huzur içinde olabilmenin yolunu zevke, sefaya dalmakta buldular. Barış, eğlence ve yenileşme dönemi başladı.
İstanbul'da günlük hayat.
EĞLENCENİN MEKÂNI KÂĞITHANE
Lale Devri'nde bütün yapılanlar, meşhur eğlencelerin gölgesinde kalmıştı. Şehrin dört bir yanında yeni saraylar yapılmış, o zamanlar ismi Sâdâbâd olan bugünün Kâğıthane'sinde sıra sıra köşkler inşa ettirilmişti. Sadece Kâğıthane'de inşa edilen Sâdâbâd köşklerinin sayısı 120 idi. Saray bahçelerinde hemen her akşam binbir gece masalları yaşanıyordu. Çengiler ve köçekler en iç gıcıklayıcı rakslarını ederlerken İstanbul'un ileri gelenleri görülmedik eğlenceler buluyor, mesela yavru ayılarla güreş tutuluyor, maymunlar keçilerin üzerine bindiriliyor, üzerlerine mum dikilmiş kaplumbağalar bahçelere salınıyor, günlerce süren helva sohbetlerine dalınıyordu.
Şair
Nedim o günleri,
"Gidelim servi revânım yürü Sâdâbâd'e" gibisinden
mısralarla anlatırken
Ebubekir Ağa, "Güzel ammâ ki ne âfet ne güzel" diyen
nağmeler terennüm ediyordu. Devlet
adamlarını ve zenginleri bir lale merakıdır
sarmıştı. Hollanda'dan getirtilen lale
soğanlarına keselerle altın ödeniyor, bahçeler
bu lalelerle bezeniyordu.
19. yüzyılın sonlarında ramazanda Eminönü.
Bütün bu çılgın eğlencelerin doruğa çıktığı dönem bahar aylarında olurdu. Fakat Lale Devri baharları ramazan ayı ile çakışınca herkesi bir hüzün kaplamış, eğlenceler aksamıştı. Lale Devri'nin isim babası olan
Ahmet Refik, "Lale Devri" isimli kitabında ramazan ayında yaşanan hüznü çok iyi anlatır. 1726'dan sonraki birkaç ramazan, baharın en güzel zamanı olan nisan-mayısa denk gelmişti. 1726 baharında ramazanın gelmesine bir-iki gün kalmıştı. Eğlencenin son günleriydi.
Üçüncü Ahmed, Beşiktaş'taki yazlık saray yerine Cağaloğlu'ndaki Ferahâbâd Kasrı'na gitmeyi tercih etmişti.
Padişah, Sadrazam
Nevşehirli İbrahim Paşa'yla birlikte 26 Nisan 1726
Cuma günü Ferahâbâd Kasrı'na gelmişti.
Müneccimlerin yaptığı hesaba
göre ramazan, 30 Nisan Salı akşamı
başlayacaktı. Padişah ve yanındakiler
cumadan itibaren mum ışığında doyasıya
eğlenmeye başladılar. 29 Nisan
Pazartesi gününe gelindiğinde eğlence
devam ediyordu. Eğlenceye Ferahâbâd
Kasrı'na pazartesi günü gelen dönemin
vezirleri ve bürokratları da katılmıştı.
Hiç kimsenin ramazanın o gün başlayacağından
haberi yoktu.
Üçüncü Ahmed ve devlet adamları eğlenirlerken birdenbire bütün camilerin kandillerinin yandığı görüldü. Bu ramazanın başladığının habercisiydi. Eğlence bir anda bitmiş, herkesin hevesi kursağında kalmıştı. Kandillerin yanmasıyla ramazanın başlamasından dolayı İstanbul halkı mutlu olurken, Ferahâbâd Kasrı'ndakiler şoke olmuşlardı.
Ramazan hilaliyle ilgili bir belge.
PADİŞAHA SORULMADI
Padişahın emriyle durum araştırılınca kandillerin yanma sebebi anlaşıldı. Osmanlı döneminde ramazanın başlaması için yeni ayın, yani hilalin görülmesi beklenirdi. Ayasofya Camii'nin başkayyumu olan Arnavut
Asım Efendi yanına iki kişi alarak yolda rastladığı herkese ramazan hilalinin görüldüğünü söylemişti. Bu haber yayılınca insanlar toplu olarak İstanbul Kadısı'nın önüne gitmişler ve ramazan hilalinin görüldüğüne dair şahitlik etmişlerdi.
III. Ahmed ve Nevşehirli İbrahim Paşa
"Ramazan sabit oldu, kandiller yakılsın, teravih namazı kılınsın" diye her kafadan
bir ses çıkıyordu.
Durum padişah ve halife
olan
Üçüncü Ahmed'e
bildirilerek ramazanın
başladığına dair onayının
alınması gerekiyordu.
Ancak haberi yayan
Ayasofya Camii'nin başkayyumu
Asım Efendi, padişaha
sormadan kandillerin
yakılması emrini verince
bütün İstanbul camilerinde
kandiller yakılmış, halk da
teravih namazı kılmıştı.
HILAL GÖRÜNÜNCE RAMAZAN BAŞLARDI
Osmanlı
İmparatorluğu döneminde ramazanın ne zaman başlayıp biteceği şimdiki gibi günler öncesinden belli olmazdı. Astronomi bugünkü kadar gelişmediği için insanlar ramazanın başlangıcını belirlemek için açıklık yerlerde gökyüzünü takip ederek yeni ayın doğuşunu beklerdi. Nesimi Yazıcı, Osmanlı döneminde "Rüy'et-i Hilal" meselesini teferruatlı olarak araştırmıştır.
Ramazan hilalini tespit edebilmek için başta devlet görevlileri olmak üzere insanlar büyük bir çaba içerisine girerler ve bunun için kısa süreli seyahatler gerçekleştirirlerdi. Ramazan veya bayramlar eski bir gelenek olan "Rü'yet-i Hilal"le, yani hilalin görülmesiyle başlardı. Osmanlı döneminde kullanılan hicri takvime göre ayların başlangıcı yeni ayın görülmesiyle olurdu. Ay'ın Dünya'nın çevresinde dolaşmasının 29.5 günde tamamlanmasından dolayı, aylar bazen 29 bazen de 30 güne denk gelmekteydi. Şaban ayının son günlerinde takvimleri hazırlamakla görevli müneccimler, ramazanın başlangıcının ne zaman olacağını yetkililere bildirirdi. Ancak her zaman müneccimlerin dediği tarih esas alınmazdı. Hazret-i Peygamber'in "Hilali görünce oruca başlayın. Onu tekrar görünce bayram yapın. Eğer hava kapalı ise içinde bulunduğunuz ayı 30 güne tamamlayın" şeklindeki hadisinden dolayı Bolu, Bursa, Edirne gibi denizden yüksek yerlere gönderilen devlet görevlilerinin veya halktan bazı insanların hilalin göründüğünü bildirmesiyle ramazan başlardı.
Lale De vri'nde eğlence
Hilali görmek yetmezdi, şahit de istenirdi. Hilali görenler şahitleriyle birlikte mahkemeye giderek durumu bildirirlerdi. Bu konuda iki kişinin şahitliği gerekirdi. Durumun araştırılması sonucunda, mahkemeye gelenlerin dedikleri doğru çıkar da ramazanın başladığına veya bitip de bayram olduğuna karar verilirse, haberi getirenler ve şahitleri yüklü miktarda ödül alırlardı. Ramazanın bitişinde de aynı durum söz konusu olurdu. Ramazanın 29. günü hilal görülmezse ramazan 30 gün kabul edilir, bayram ertesi gün başlardı. Buna "tekmil-i selasin" denirdi. Ramazan ayının başlangıç ve bitişini, Kadir Gecesi'nin ne zaman olduğunu tespit etmek İstanbul Kadısı'nın göreviydi. Kadının görevlendirdiği insanlar özellikle minarelerden hilali gözetlerlerdi. Hilali gördüklerinde şahitleriyle birlikte kadının huzurunda mahkeme kurulurdu. Hilali görenler "Şu saatte gördüm. Bu gece ramazanın başlangıcıdır. Şehadet ederim" dedikten sonra şahitlerin de ifadeleriyle durum kesinleşince ramazan başlardı. Bütün bu işler gizlilik içerisinde yapılır, durumla ilgili bir bilgi dışarıya sızdırılmazdı. Bu sırada ramazanın başladığını halka duyuracak mahyacılar mahkemenin dışında beklerdi. Ramazanın başlangıcı bu şekilde tespit edildikten sonra durum sadaret, yani başbakanlık kanalıyla padişaha bildirilirdi. Padişahın onayından sonra ramazanın başlangıcının hükm-i şeri, yani şeriatın emrettiği gibi tespit edildiği halka duyurulurdu. Cami minarelerinde kandillerin yakılması, durumun halka ilanıydı.
Şaban ayının sonunda havanın kapalı olması yüzünden hilal görülemezse, durum karışırdı. Böyle bir durumda devletin ilan ettiği günde ramazan başlardı. Ramazan ayının başlamasıyla birlikte tüm cami ve mescitler, özellikle de minareler aydınlatılırdı.