1876'da
Sultan Abdülaziz darbeyle tahttan indirilerek yerine
Beşinci Murad geçirildi. Ancak
Beşinci Murad'ın psikolojik rahatsızlığı hükümdarlık yapamayacağını gösterince tahta
İkinci Abdülhamid çıkarıldı.
Darbenin başaktörlerinden
Midhat Paşa, anayasal bir düzene geçildiği takdirde
Avrupalı devletlerin müdahalelerinden kurtulacağımıza
inanıyordu. Bir anayasa taslağı da
vardı. Mabeyn başkâtibi
Küçük Said Paşa ve
Meclis-i Vükela, yani Bakanlar Kurulu da birer
anayasa taslağı hazırlamışlardı. Tetkik komisyonu
kurularak anayasa taslakları üzerinde
çalışıldı. Çalışmalar sonunda 119 maddeli bir
anayasa ortaya çıktı.
Osmanlı döneminde bir kütüphane.
ANAYASAYA GİRDİ
Anayasa çalışmaları sırasında üzerinde durulan en önemli konulardan biri de resmi dil meselesiydi. Osmanlılar, Türkçe'yi devletin ilk dönemlerinden itibaren
"resmi dil" olarak kullandılar. Edebi ve bilimsel eserlerdeki Arapça ve Farsça'nın hâkimiyeti ise Osmanlı döneminde kademe kademe azaldı ve Türkçe bir
"bilim dili" oldu.
Rahmetli
Ali İhsan Gencer, anayasanın hazırlanması sırasında dil tartışmalarıyla ilgili bir araştırma yapmıştır. Anayasa taslağına,
"Osmanlı ülkesinde bulunan milletlerden her biri kendi lisanlarında eğitim öğretimde serbesttir. Fakat devlet hizmetinde istihdam olunmak için devletin resmi dili olan Türkçe'yi bilmek şarttır" ifadesinin konulması düşünülmüştü. Bu madde resmi dil kargaşası yaratacaktı. Durumun farkına varan
Eğinli Said Paşa, maddenin bu hâliyle uygun olmadığını söyleyerek
değiştirilmesini istedi. Bunun üzerine maddede
paşanın istediği değişiklik yapıldı.
Kanun-ı Esasi'nin 18. maddesi,
"Devletin resmi dili Türkçe'dir ve Osmanlı fertlerinden her biri devlet hizmetinde istihdam olunmak için resmi dili bilmesi şarttır" şeklindeydi. Bu anayasa maddesiyle devlet görevlerinde Türkçe'den başka dil konuşulmayacağı ve devletin resmi dilinin Türkçe olduğu açıkça ifade edildiği gibi bu durum anayasa teminatı altına da alınmıştı.
İlk Meclis
HİÇBİR ZAMAN DEĞİŞMEYECEK
Seçimler yapılarak 19 Mart 1877'de Meclis çalışmaya başladı. Birinci Meşrutiyet Meclisi çalışmalarını Ayasofya'nın karşısındaki Darülfünun'da, yani dönemin üniversitesinin binasında sürdürdü. İlk parlamentomuzdaki 115 mebusun, yani milletvekilinin 46'sı gayrimüslimdi.
İlk Meclis'te milliyet çatışmaları yaşandı. Devletin resmi dili Türkçe olmasına rağmen Ermeni ve Rumlar kendi dillerinin de resmi dil olarak kullanılması için uğraşarak kendi milletlerinin meselelerini her şeyin üzerine çıkarmaya çalıştılar. Mebus olmak için Türkçe bilmek zorunluydu. Bu şartın değişmesi için, özellikle Arabistan'dan gelen mebuslar teklifte bulundular. Bu talebe karşı dönemin önde gelen devlet adamlarından
Ahmed Vefik Paşa, "Gelecek seçime 4 yıl var. Akılları varsa bu süre içinde Türkçe öğrenirler" cevabını vermişti.
İkinci Meşrutiyet Meclisi
1908'de İkinci Meşrutiyet'in ilanından sonra toplanan Meclis'te de farklı milletlerden birçok mebus bulundu. Ancak ikinci Meclis çalışmalarında da Türkçe'den başka dil kullanılmadı. Türkiye Cumhuriyeti döneminde de TBMM'nin dili Türkçe oldu. Türkçe'nin tek resmi dil olmasını değiştirmek için yıllardan beri değişik teşebbüsler var. Ancak ne yaparlarsa yapsınlar, bu ülkenin tek resmi dili Türkçe olacak.
Osman Gazi
OSMANLI, TÜRKÇE'Yİ AYNI ZAMANDA 'BİLİM DİLİ' YAPTI
Osmanlılar'dan önce Türkiye Selçukluları'nın resmi dili Farsça idi. Daha sonra kurulan beyliklerde de bu devam etti. Bunun uzun süre bu şekilde gittiğini görüyoruz. Örneğin, Hamidoğlu Hüseyin Bey'in, 1377'de I. Murad'a Niş'in fethini kutlamak için gönderdiği tebriknâme Farsça'dır. Karamanoğlu Mehmed Bey'in Konya'yı aldığı zaman Türkçe'yi resmî dil ilan etmesi de bir sonuç vermemişti.
Osmanlılar ise Türkçe'yi ilk dönemlerden itibaren resmi dil olarak kabul edip yazışmalarında kullandı. Edebi ve bilimsel eserlerdeki Arapça ve Farsça'nın hâkimiyeti de Osmanlı döneminde kademe kademe azaldı. Osmanlı İmparatorluğu'nda astronomi sahasında yazılmış eserlerin incelenmesi bu durumu açıkça gösterir.
İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi tarafından hazırlanan Osmanlı Astronomi Literatürü Tarihi'ne göre Osmanlı döneminde yazılmış 2 bin 286 astronomi eserinin 986'sı, yani yüzde 43'ü Arapça, 1058'si ise Türkçe'dir. Türkçe'nin yüzdesi 46'dır. Diğerleri ise Farsça veya üç dilin ikisi veya üçünün ortak olarak yazılmasından ibarettir.
Türkçe'nin Osmanlı döneminde bu sahadaki yükselişi asırlara göre incelendiğinde daha iyi anlaşılır: XV. yüzyılda 35 Arapça, 10 Farsça, 7 Türkçe; XVI. yüzyılda 172 Arapça, 59 Türkçe, 42 Farsça; XVII. yüzyılda 139 Arapça, 41 Türkçe, 1 Farsça; XVIII. yüzyılda 221 Arapça, 101 Türkçe, 2 Farsça; XIX. yüzyılda 137 Arapça, 123 Türkçe; XX. asrın başlarında 41 Arapça, 173 Türkçe.
III. Ahmed'in el yazısıyla Türkçe bir emri.
Bu tasnif yazarlara ve bu yazarların yaşadığı çağlara göre belirlenmiş eserlerdir. Yazarı ve yazıldığı dönemi bilinmeyen 854 eserin ise 554'ü Türkçe, 241'i Arapça, 59'u Farsça'dır. Türkçe XV. yüzyılda astronomi sahasında yazılan eserlerde yüzde 13 oranında iken her asırda oranını artırarak önce XVI. yüzyılda Farsça'yı, imparatorluğun sonuna doğru da Arapça'yı geçerek bu sahada hâkim dil hâline gelmiştir.
Matematik sahasında yazılmış kitaplarda da aynı gelişmeyi görürüz. Osmanlı döneminde yazılmış 1114 matematik eserinin yüzde 48'i Arapça, yüzde 50'si Türkçe'dir. Türkçe XV. yüzyılda matematik sahasında yazılan eserlerde yüzde 18 iken her asırda oranını artırarak önce XVI. yüzyılda Farsça'yı, imparatorluğun sonuna doğru da Arapça'yı geçip bu sahada hâkim dil hâline gelmiştir.
Coğrafya sahasında ise imparatorluğun başından sonuna kadar Türkçe'nin hâkimiyeti vardır. Osmanlılar zamanında yazılmış 1628 coğrafya eserinden 1542'si, yani yüzde 95'i Türkçe'dir. Tarihçilikte de durum coğrafya gibidir. Astronomi ve matematik sahasındaki oranlar küçümsenmemelidir. Çünkü Araplar, bu sahalarda yaptıkları çalışmalarla dünya bilim tarihine damgalarını vurmuşlar ve güçlü bir gelenek meydana getirmişlerdir. Bu yüzden Osmanlı döneminde aynı gelenek devam etmiş, ancak Türkçe her yüzyılda bu bilim dallarında gelişmesini sürdürmüştür.
Osmanlı'dan önceki Türk devletlerinde yazılan bilimsel eserlerde Türkçe çok az kullanılmıştır. Nitekim Osmanlılar'dan çok önce yaşamış iki büyük Türk âlimi, İbn Sina ve Farabi'nin eserlerinin