Zonguldak kömür havzası, en zengin maden yataklarından biridir. Havzada kömür 1822'de bulundu, ancak madenlerin asıl işletilmesi 1836'da Avusturya'dan getirilen Hırvat madencilerle başladı. 1841'den 1861'e kadar Osmanlı devlet adamlarının kurduğu bir şirket, kömür çıkarma faaliyetlerini yürüttü. 1861'den sonra madenleri hazine-i hassa işletti. 1865'ten sonra ise madenlerin işletmesini Bahriye Nezareti üstlendi.
Bir kömür madeni.
10 KAT FAZLA ÖLÜM
Donald Quataert'in Zonguldak Kömür Havzası'nın 1822 ile 1920 yılları arasındaki tarihini anlattığı ve Türkçesi Boğaziçi Üniversitesi tarafından yayınlanan
"Osmanlı İmparatorluğu'nda Madenciler ve Devlet" isimli kitabı bu konudaki en önemli eserdir. Bu esere göre Osmanlı dönemindeki kazalar şu şekillerde meydana gelmişti:
Quataert eserinde kaza oranlarının insanı dehşete düşürecek seviyede olduğunu söyler. Bunun temel sebeplerinden biri, sermaye eksikliğinden kaynaklı güvenlik zaafıydı. Osmanlı maden işçilerinin yaralanma riski, Avrupa ile ABD'deki işçilere göre 5 ila 25 kat daha fazlaydı. 1906'da 1000 ton kömür çıkarılması için Osmanlı'daki ölüm oranları İngiltere ve Fransa'ya göre 10 kat fazlaydı.
İşçiler, üzerlerine kaya düşmesi, suda boğulma, vagonlar arasında veya altında kalma, grizu patlaması gibi sebeplerle hayatlarını kaybediyorlardı. Madenlerde yasak olmasına rağmen sigara içilmesi de kazalara yol açan bir faktördü. Ölümlerin yarıya yakını göçük yüzündendi. İşçilerin kömür çıkarırken sebep oldukları göçüklerde ölüm daha fazlaydı, ancak grizu patlamaları madenin işletmesini de durduruyordu.
Madenlerde işçiler yaptıkları işe göre
"küfeci, kiracı, sütuncu ve kazmacı" olarak ayrılıyorlardı.
Ölen işçiler arasında ölüm riski taşıyan
grupların başında ise kazmacılar geliyordu.
1890'lı yıllarda meydana gelen bir kazada 67
amele hayatını kaybetmişti. 1893-1907 yılları
arasında kayıtlara geçen kazalar arasında en
büyüğü Temmuz 1906'da Kozlu yakınlarındaki
madende oldu ve 14 işçi öldü. 1913'te grizu patlaması
sonucu 30 işçi hayatını kaybetmişti.
Kazalar, genellikle kömürün çıkarıldığı yer ile yüzeye çıkarıldığı yer arasında yaşanıyordu. Yerçekiminden yararlanılarak dolu vagonları aşağıya, boş vagonları da yukarıya çeken yola
"varagel" deniyordu. Üzerinde muhtelif nakil araçlarıyla vagonların gidip geldiği varageller oldukça tehlikeliydi. Yapılan en küçük hata birilerinin yaralanmasına veya ölümüne sebep olabilirdi. Mesela, 1895'te Kozlu'da vazifesi vagonları varagelde durdurmak olan işçi, bir demir parçası sütuna dolaştığı için feci şekilde yaralanmıştı. Şirket-i Osmaniye'ye ait Tamoğlu madeninde çalışan
Ahmed, 600 metre derinlikteki varagelin alt kısmında vagon değiştirdiği sırada aşağı doğru gelen aracın altında kalmış ve hayatını kaybetmişti.
1902'de Kozlu'da 2 amele boşalttıkları araçları geri göndermek için geri çevirdikleri sırada üçüncü bir amelenin vagona tırmanırken aracı tutan kancayı yanlışlıkla kaldırması sonucu yaralanmıştı. 1904'te Üzülmez madeninde bir amelenin vagonları birbirine bağladığı sırada yukarıdaki vagonları salma sinyali verince vagonlar çarpışarak bağın kopmasına sebep olmuştu. Bağı kopan vagonlar ise bir ameleyi ezmişti. 1907'de Karadon tünel ocağında vardiyasını hızlıca bitirmek isteyen bir kazmacı, tavandan haddinden fazla kömür almıştı. Bu sırada 2 kömür vagonu sütunlara çarpınca kazmacı sütunların altında kaldı.
Şubat 1914'te bir maden işçisi için oldukça yaşlı olan (50 yaşında)
Kumoğlu Hüseyin, maden duvarı ile vagon arasında sıkışarak vefat etti. İşçiler kömür yüklü vagonları ocağın dışına doğru sürerken sütunları hattın dışındaki tali raya çekerlerdi. Bu iki ray arasındaki mesafe oldukça kısaydı. Sütunların taşındığı vagon, arkası dolu olan vagonlara yaklaşınca diğer işçiler atlayarak canlarını kurtarırken
Hüseyin arada kalarak feci bir şekilde can vermişti.
Maden işçileri.
MADEN GÖÇÜKLERİ
Madenlerde en sık görülen kazalardan biri göçüklerdi. Tabakalardan oluşan şistin kopması ve işçilerin üzerine düşmesi, ölümle sonuçlanan kazalara sebep olurdu. Bütün maden ocaklarında olduğu gibi Zonguldak'ta da maden işçileri, tavanı tutan kömür sütunları aşağı çekerek kolay ve bol miktarda kömür toplarlardı. Ancak bu yöntem kolay ve verimli olduğu kadar göçüklere sebep olduğundan son derece riskliydi.
Göçük kazalarında bazen işletmecinin de hataları bulunurdu. Mesela, Haziran 1878'de Ereğli'de kazmacı olarak çalışan
Yusuf ve
Yakup'un üzerine tavan çökmüş, belden aşağısı göçük altında kalan
Yusuf hayatını kaybetmişti. Ayağından yaralanan
Yakup, işletmeciden şikâyetçi oldu. Buna göre kendilerinin kazmacı olarak sınıflandırılmadıklarını, bu yüzden kazmacı olarak çalışmaya zorlanmamaları gerektiğini belirtti. Mahkeme, işletmecinin suçlu olduğuna hükmetti.
Temmuz 1894'te göçük kazalarında insanların çaresizliğini yansıtan bir olay yaşandı. 30 yaşlarında bir işçi, diğer iki kazmacıyla birlikte sabah vardiyasındayken 9 kiloluk kayanın altında kalmıştı. Haberin yayılmasından sonra müdür madene bir imam getirtti. Arkadaşları kaya altında kalmış kişiyi kurtarmaya çalıştıkları sırada imam da dualar okumuştu.
Aralık 1900'de bir göçük kazası meydana geldi. Maden çavuşu ve
Reşid adlı bir kazmacı, 100 metre derinlikteki galeriyi denetliyorlardı.
Reşid, tavanın dayanıklılığını kontrol maksadıyla vurduğunda tavan aniden çöktü ve orada bulunan işçi göçük altında kaldı. Aradan 4 gün geçmesine rağmen çabalar bir sonuç vermedi ve işçi toprağın altından çıkarılamadı.
Kazalar bazen işçilerin emniyet tedbirlerini dikkate almamalarından da kaynaklanmaktaydı. Mesela böyle bir kaza Mart 1912'de meydana geldi. Vardiya değişiminde işçiler yeni gelenlere çatmaların bir kısmının mutlaka değişmesi gerektiğini bildirmişlerdi. Rumeli'den gelen kazmacı
Dimitri, tavanın desteklenmesi konusunda ısrarcı olmuştu. Limnili
Yani ise uyarılara kulak asmadı.
Yani, bir kayanın altında kalarak can verdi. Bu sırada başmühendis olan
Wilhelm Hühner, "Kaza sebebi, neticede, her zaman olduğu gibi, amelelerin dikkatsizliği olarak tespit edilmiştir ve kimse başkalarını mesul oldukları için suçlayamaz" şeklinde bir değerlendirmede bulunmuştu.
Kozlu'da bir kömür madeni.
GRİZU PATLAMALARI
Maden ocaklarında sık rastlanan kazalardan biri de grizudan kaynaklanan şiddetli patlamalardı. Mesela, Kasım 1877'de kazmacılar ve ameleler alındayken diğer bir amele elindeki lamba ile yanlarına geldi. Bu sırada top seslerini andıran güçlü bir patlama meydana geldi. Kömür arabaları patlamanın şiddetiyle dışarı fırladı. Alevler ocağın her tarafını sardı. Kazadan 2 saat sonra 7 kişilik bir kurtarma ekibi bölgeye ulaşmaya çalıştı, ancak başarılı olamadı. Kazada 2 amele ölmüş, 6 kişi de yaralanmıştı.
Yine Eylül 1895'te Kilimli Abdürrahim madeninde açık lamba ve kömür gazının sebep olduğu patlama, oldukça şiddetliydi. Vardiyaları biten kazmacılar, kömür direklerini yere indirerek madenden çıkmışlardı. 5 saat sonra 7 amele açık lambalarla buraya geldiler. Açık lambalar bölgede biriken kömür gazının patlamasına sebep oldu ve işçilerden 2'si hayatını kaybederken 4'ü de feci bir şekilde yandı.
Bir kaza raporu.
SİGARA, KAZALARIN EN ÖNEMLİ SEBEBİYDİ
İşçilerin yasak olmasına rağmen maden ocağında sigara içmesi, pek çok patlamanın sebebiydi. Madenlerde yasak olmasına rağmen sigara içilmesi kazalara yol açan önemli bir faktördü. Üzerleri aranmasına rağmen işçiler madene gizlice tütün ve kibrit sokuyorlardı. Mesela, 1913'te Trabzonlu Temel Hüseyin'in Çay Damarı madeninde yaktığı sigara, metan gazının alev almasına sebep olmuş, pek çok amelenin yüzü yanmıştı. Maden mühendisi, kuralları çiğneyen ve patlamaya sebep olan bu ameleyi mahkemeye vererek şöyle bir değerlendirmede bulunmuştu: "Ne var ki ameleler hâlâ içeri tütün ve kibrit sokmayı beceriyorlar. Bunu da bu maddeleri tahayyül etmesi güç yerlere, mesela saçlarının içine ya da kıyafetlerinin gizli ceplerine saklayarak başarıyorlar. Neticede tüm bunlar birer nafile çaba olarak kalıyor ve ocak içinde grizu patlamalarına sebebiyet veriyor. İşte bu nedenle bu hususi patlama meydana geldi."
TEDBİRLERE HIZ VERİLDİ
Güvenli madenciliğin en önemli şartı olan havalandırmanın olmaması kazaları tetikleyen bir diğer faktördü. Madenlerde makineleşmenin az olması sebebiyle asıl işgücü, insanların kol gücüyle sağlanıyordu. Sermaye azlığı yüzünden güvenlik önlemlerine yeterince önem verilemiyordu. Ayrıca yaralanan işçinin doğru düzgün bir sağlık hizmeti alma şansı da yoktu. Zamanla hastaneler kurularak sağlık hizmetleri kısmen sağlandı.
Maden ne kadar derinse o kadar metan gazı birikiyordu. Üretimin artmasıyla da gazla karşılaşma tehlikesi daha fazla artıyordu. Emniyet lambaları ve metan gazı ölçen cihazlarla kazaların önlenmesine çalışıldı. 1913'te Kilimli'deki Çamlı Ocağı'nda patlama sonucu meydana gelen kazada 11 amelenin ölmesi, 19'unun da yaralanması üzerine devlet madenlerde emniyet lambalarını yaygınlaştırma çabalarına hız verdi.