Yaz aylarına girilmesiyle beraber sıcaklar mevsim normallerin üstünde seyrederken pek çok Avrupa'da ülkesinde can kayıpları yaşandı. Osmanlı İmparatorluğu'nun üç kıtada geniş bir coğrafyaya yayılması, beraberinde birden fazla iklimin de yaşanmasına sebep oluyordu. Özellikle Kuzey Afrika, İç Batı Anadolu ve Ortadoğu coğrafyasında aşırı sıcaklardan dolayı problemler yaşanabiliyordu. Bu konuda
Burak Kocaoğlu, Yavuz Erler, Remzi Çavuş ve
Neşe Cengiz'in çalışmaları vardır.
Osmanlı döneminde sıcaklıkla ilgili sayısal veriler olmasa da şiddetli sıcaklıklar ve diğer iklim hadiselerine kaynaklarda rastlanır. Mesela, 1596 yazında İstanbul'a yağmur az yağdığı için sıcaktan sular çekilmiş ve çeşmeler kurumuştu. 19. yüzyılda gazetelerin yayınlanmasıyla birlikte imparatorluğun muhtelif bölgelerindeki hava durumlarıyla ilgili daha fazla ve sayısal veriler basına yansımaya başladı. Bu raporlarda hava basıncı, nem oranı, rüzgâr hızı, bulutluluk ve sıcaklığa dair veriler de oluyordu. Mesela, Dersaadet Gazetesi'nde yayınlanan 27 Temmuz 1920 tarihli habere göre Viyana 15, Petersburg 16, Odesa 16, Paris 18, Trabzon 21, İzmir 22, Beyrut 27, Bağdat 35, Basra 39 derece idi.
Sıcak nedeniyle denize girenler
TATİL İKİ GÜNE ÇIKTI
Aşırı sıcakların sebep olduğu en önemli sonuçlardan biri kuraklık ve kıtlıktı. 19. yüzyıl boyunca Osmanlı topraklarında yaşanan kuraklıkların da ekonomik ve idari anlamda önemli sonuçları bulunmaktaydı. 1845 ve 1874 yıllarında yaşanan kuraklık, ölümlere ve iç göçlere sebep olmuştu.
1910 yılında İstanbul'da aşırı sıcaklıklardan dolayı haziran ayından ağustosun sonuna kadar cuma gününün yanında pazar günlerinin de tatil edilmesine karar verildi.
Diğer bölgelerde ise karar, yüksek sıcaklık olduğu takdirde uygun bir günün belirlenebileceği şeklinde mahalli yönetime bırakıldı. Hatta yaz aylarının daha şiddetli geçtiği Mısır'da devlet görevlileri izin alıp havası daha serin bölgelere gidiyorlardı. Yabancı devlet temsilcileri ise sıcaklığın arttığı zamanlarda Mısır'ı terk ederek ülkelerine dönüyorlardı.
İDARECİLER BUNALDI
Osmanlı İmparatorluğu'nun güney kesimleri, sıcaklık konusunda coğrafyaya alışkın olmayan biri için oldukça sıkıntılıydı. Bu yüzden devlet Yemen, Adana, Bağdat, Beyrut, Basra, Halep, Urfa, Musul gibi pek çok şehre gönüllü idareci bulmakta zorluk yaşamıştı. Bölgeye giden kaymakamların bir kısmı kısa sürede ayrılmaya çalışıyor ya da görevlerinden istifa ediyorlardı. Mesela, 1902'de Bağdat Mendeli Kaymakamı
Ahmed Hamdi Efendi, coğrafyanın aşırı derecede sıcak olduğu bahanesiyle istifa etti.
Osmanlı askerleri Mısır'da.
Adana ve Yemen'de idari açıdan yaşanan aksaklıklar ve suistimaller de sıcaklara bağlanmaktaydı. Bunun önüne geçmek isteyen devlet birtakım tedbirler almıştı. Yemen ve Aden başta olmak üzere aşırı sıcaklıklara maruz kalacakları bölgelere gidecek görevliler
"Mekteb-i Asker-i Şahane" ve
"Cemiyet-i Tıbbiye-i Şahane" tarafından tedavi ediliyor, bölgenin havasına uyum sağlayıp sağlayamayacağı hususu hakkında görüş bildiriliyordu.
1901'de Yemen'de Yerim Kazası kaymakamlığına sabık Ilgın Kaymakamı
Atıf Bey'in atanması gündeme geldiğinde bünyesinin bölge sıcaklığına dayanıp dayanamayacağı Cemiyet-i Tıbbiye-i Şahane'de muayene yapılması, neticesinin bildirilmesi istendi. Yine 1902'de Yemen'de Cebel-i Reyme kaymakamlığına sabık Gadamis Kaymakamı
Şükrü Efendi, Yemen Haraz Kazası kaymakamlığına da sabık Uluborlu Kaymakamı
İbrahim Vasfi Bey atanacağı sırada aynı muayeneden geçmişti.
Medine'de Arap öğrenciler Türkçe şiir okuyorlar.
Bölgeye gidecek memurlarla ilgili benzer uygulamalar diğer devletlerde de vardı. Mesela, 1892'de İngiltere'nin Afrika gibi çok sıcak bölgelere göndereceği kişilere yol yürüterek ve cimnastik yaptırarak dirençlerini artırmaya çalıştığı, benzer uygulamaların bizde de yapılabileceği tavsiye edildi.
FAZLA MAAŞ VERİLDİ
Havanın aşırı derecede sıcak olması, belki de en çok sahada görev yapan askerleri etkilemekteydi. Nitekim çok geniş bir coğrafyada hüküm süren Osmanlı, farklı iklim özelliklerine sahip bölgelere askeri müdahale sırasında problemlerle karşılaşmıştır. Bu problemlerin en aza indirilmesi için sıcak bir bölgede görev yapacak askerlerin, yine o bölgenin insanlarından olmasına dikkat edilirdi. Harekâtlarda hava sıcaklıkları da dikkate alınır, uygun bir vakit gözetilirdi.
Askerin bir yerden bir yere intikali sırasında sıcaklıktan etkilenmemelerine özen gösterilirdi. Sıcak bölgelerde görev almayı cazip hale getirmek için diğer bölgelere göre daha fazla maaş almaları bile gündeme geldi. Nitekim 1914'te sıcak bölgelerde dışardan görevlendirilecek askerlerin aldıkları maaşın yarısı kadar bir zam almaları kabul edildi.
Bölgede görev yapan kolluk kuvvetlerinin sıcaklardan etkilenmemesi için yazlık kıyafet ve kalpak hazırlatılmıştı. Ancak zaman zaman kıyafetlerle ilgili şikâyet geldiği oluyordu. 1916'da polislerin kullandıkları kalpakların yerine sıcaklar geçene kadar fes takmaları hususunda müsaade istenmiş ancak Dahiliye Nezareti olumsuz cevap vermişti.
Sıcaklıkla ilgili belgeler.
EĞİTİM AKSADI
Sıcak havaların etkilediği bir diğer mesele de eğitimdi. Havanın aşırı derecede sıcak olduğu yerlerde giyim kuşam, ders sezonu ve sınavlarla ilgili tarih esnekliği sağlanarak tedbir alınmaya çalışılmıştır. Aşırı sıcaklıkların güvenlik ve devlet görevlilerinde olduğu gibi eğitim alanında da olumsuz etkileri görülüyordu. 1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi'ne göre ilk ve orta dereceli okulların eğitimleri 15 Temmuz'da bitiyor, 15 gün süren sınavların ardından 23 Ağustos'a kadar tatil oluyordu.
İç ve Batı Anadolu dahil olmak üzere imparatorluğun güney bölgelerinde sıcaklık haziran ayından itibaren yüksek olduğu için öğretmenler ve öğrenciler olumsuz etkilenmekteydi. Devlet bu hususla ilgili de birtakım tedbirler aldı. Sıcak bölgelerde eğitim gören öğrencilere sıcaklara uygun ince bez ve keten elbiseler verildi. Yine sıcakların etkisinden kurtulmak için ders saatlerinde değişiklik yapıldı. Sınav mevsiminin 15 Temmuz'dan sonra olması, sıcaklığın fazla olduğu bölgelerde öğrencilerin okula devam etmemesine ve sınavlara girmemesine sebep oluyordu. 1892 yılında bununla ilgili Basra'da sınavların temmuzun başında bitirilmesi kararı alındı. 1899 yılında ise Halep'te sınavların haziran ayında bitirilmesi kararlaştırıldı.
Yaz aylarındaki sıcaklıktan dolayı yaylaya çıkma kültürünün olduğu Çukurova ve çevresinde daha farklı uygulamalar vardı. 1895 yılında 15 Mayıs'tan itibaren ahali yaylaya çıkacağı için bu tarihten eylüle kadar tatildi. Ancak yetkililer öğrencilerin 4 ay eğitimden uzak kalmasının olumsuz bir durum olacağını kaydederek yaylada masrafsız bir mektep binasının bulunması ve eğitimin orada devam edilmesine karar vermişti. Buna mukabil bazı şehirlerden gelen istekler, diğer bölgelerle mukayese edilerek bakanlık tarafından olumsuz değerlendiriliyordu.
1895'te İzmir İdadisi, yani lisesi sınıflarda ve yatakhanelerde kalabalıktan ve sıcaktan dolayı zorluklar yaşandığı ve bu nedenle sınavların erkene alınmasını istedi. Ancak bakanlık bu isteği
"bilad-ı harre" denilen sıcak bölgelerdeki eyaletlerde bile sınav takvimine uyulduğunu gerekçe göstererek reddetti.
1911'e gelindiğinde yaşanan bu farklılık ve aksaklıkların önüne geçmek için bütün vilayetlerden iklim durumlarını dikkate alarak imtihan ve tatil vakitlerinin tespitine dair görüş istendi. Çatalca'daki ahalinin ekseriyetle çiftçilikle uğraştığı ve haziran sonundan ağustos ayına kadar hasat mevsimi olduğundan çocukların işlerde yararlanıldığı için mektebe gelmediklerine dair görüş bildirildi. Bu yüzden Çatalca'daki okullarda sınavların temmuz ayının başında bitmesine karar verildi.
SICAKTAN ÖLENLER OLDU
Aşırı sıcaklar hastalıkların zuhur etmesine veya artmasına da sebep olmaktaydı. Mesela, 1888 yazında İstanbul'da hava sıcaklığının birkaç gün aşırı derecede artması, yetkilileri muhtelif tedbirler almaya itti. Şehremaneti'ne verilen emirle sıcaklığa bağlı olarak artan hastalıklarla mücadele için büyük caddelerin her gün, sokakların ise ihtiyaca göre üç günde bir temizlenmesi ve sulanması emredildi. Seyahat esnasında yolculuğun verdiği yorgunluk sıcakla birleştiğinde ölümlere sebep olabiliyordu. 28 Haziran 1892 tarihli bir belgeye göre Muratlı (Tekirdağ) Tren İstasyonu'nda böyle bir hadise yaşanmıştı. Tren istasyonu civarında ölü bulunan iki kişinin, Çorlu'dan gelen memurlar, belediye doktoru ve şirketten gönderilen doktorun hazır bulunduğu bir heyet tarafından yapılan keşif ve muayenesi sonucu aşırı sıcaklardan ve yolun verdiği yorgunluktan dolayı öldükleri ve Avusturya uyruklu oldukları anlaşıldı. Ölenler Ermeni papazı tarafından cenaze ayini yapıldıktan sonra Hıristiyan mezarlığına defnedildi.