Hayatının son aylarında ağır bir hastalıkla mücadele eden devletimizin kurucusu Atatürk, 10 Kasım 1938 perşembe günü saat 9.05'te vefat etti. Atatürk hakkında birçok araştırma yapan Ali Güler, "Atatürk'ün Son Sözü, Aleykümesselam" isimli eserinde Atatürk'ün vefatı, cenaze töreni ve Anıtkabir'in inşa sürecini teferruatlı olarak anlatır.
YÜZBİNLERCE KİŞİ DOLMABAHÇE'DE
Cumhurbaşkanlığına seçilen İsmet İnönü başkanlığında, Bakanlar kurulu 13 Kasım Pazar günü toplanarak, Atatürk'ün cenaze programı ve muvakkat kabir meselesini görüştü. Milli Savunma Bakanı Kazım Özalp'ın geçici kabrin Etnografya Müzesi olmasını teklifi kabul edildi. Toplantıdan sonra "Ata'nın aziz naaşının Anıtkabir'in inşaasına kadar Etnografya Müzesi'nde, "fakat aslında Türk Milletinin vefakâr kalbinde muhafaza edileceği" duyuruldu. Atatürk'ün naaşı, tahnit işlemleri bitirildikten sonra, tabuta konulup, üzerine Türk bayrağı örtülerek Dolmabahçe Sarayı'nın Muayede Salonu'na konuldu. 16 Kasım 1938 sabah saat 10'da naaş ziyarete açıldı. Ziyaretlerin gece 24'e kadar sürmesi planlanmıştı. Ancak halkın yoğun ilgisi üzerine ziyaret sabaha kadar uzatıldı. Dönemin gazeteleri 17 Kasım sabahı dakikada 186 kişi ziyarete gelirken, bu sayının gece yarısı 250'yi bulduğu yazarlar. Ulus gazetesi durumu "Dolmabahçe yolları nasıl hala çökmedi" diyerek vermişti. İzdiham acı sonuçlara da yol açmış, 11 kişi hayatını kaybetmiş, onlarca kişi de yaralanmıştı.
AĞLAYAN PAŞALAR
Muayede Salonu'ndaki Fahrettin Altay, Halis Bıyıktay, Cemil Cahit Toydemir ve Ali Sait Akbaytogan gibi Atatürk'ün silah arkadaşları gözleri yaşlı olarak nöbet tutmuşlardı. Başbakan Celal Bayar, 18 Kasım 1938 günü İstanbul'a gelip, cenazenin Ankara'ya nakli için hazırlıkları başlattı. Atatürk'ün cenaze namazının İstanbul veya Ankara'da bir camide kılınması konusunda halkın aşırı ilgisinden dolayı bazı tereddütler vardı. Dolmabahçe'de Atatürk'ün naaşını halkın ziyareti sırasındaki izdihamlarda 11 kişinin ölmesi ve 40'a yakın kişinin yaralanmasından dolayı cenaze namazında toplanacak kalabalıktan ve nümayişten endişe ediliyordu. Fahrettin Altay Paşa ve kızkardeşi Makbule hanımın ısrarları üzerine, Diyanet İşleri'nin de uygun görmesiyle Atatürk'ün cenaze namazı Şerafeddin Yaltkaya'nın imametinde Dolmabahçe Sarayı'nın Muayede Salonu'nda kılındı.
ATATÜRK'ÜN CENAZE NAMAZI
F
ahrettin Altay Paşa, Atatürk'ün cenaze namazının nasıl kılındığını 10 Kasım 1967 tarihli Hürriyet gazetesinde Tahsin Öztin'e verdiği röportajda şöyle anlatır: "Cenaze Alay Kumandanlığı'nı bana vermişlerdi. Cemil Cahit Paşa da bana yardım edecekti. Vazifeyi üstüme alınca ilk iş olarak Ankara'yı aradım. 'Cenaze namazı İstanbul'da mı, yoksa Ankara'da mı kılınacak?' dedim. Akşama kadar bekledim, cevap yoktu. Merak etmiştim; bu sefer Mareşal Çakmak'ı aradım ve sordum. Aldığım cevap şöyle idi: 'Yarın Başvekil Celal Bayar İstanbul'a geliyor, onunla konuşunuz.' Hayret etmiştim. Bir namaz meselesi için Başvekil ile konuşmak İstanbul veya Ankara'da kılınması için Başvekilin karar vermesine ne lüzum vardı? Celal Bayar gelmişti. Hükümet çekiniyordu. Cenaze namazını bir nümayiş haline getirmek istemiyordu. Atatürk, hepimizden çok Allah'ına, Peygamber'ine inanmış bir insandı. Zamanımızın Müslümanlığının hakiki Müslümanlık olmadığına kani idi. 'Birçok hurafeler, şekillerle Müslümanlık aslından uzaklaştırılmış' derdi.
Bunun ileri görüşlü, aydın, zamanımızın icaplarını bilir din adamlarının yetiştirilmesi ile telafi edileceğine inanırdı. 'Müslümanlık büyük din' derdi. Ancak günümüzün din adamları zamanımızın durumuna adapte olmamış insanlar, onların kabahati yok eksik ve yanlış yetiştirilmişler. Büyük Türkiye'ye, büyük ve değerli din adamları ister. Ne yazık! Bir ideali idi; aydın, lisan bilir, ileri görüşlü din adamları yetiştirmek isterdi. Dinin de bir mektep olduğuna kani idi. Ama iyi hocalar elinde. Sarayda toplanmıştık. Cemil Cahit Paşa, Hasan Rıza Bey ve daha birkaç kişi vardı. Cenaze namazının İstanbul veya Ankara'da bir camide kılınmasından hükümet çekinebilir, ama cenaze namazından sarfınazar edilemezdi. Bu bir zaruretti. Efkar-ı umumiyede çok fena tesir yapardı. Celal Bayar'a dönerek ilave ettim: 'Cenaze namazı kılınmazsa, ben, cenaze merasim kumandanlığını deruhte edemem' dedim. Celal Bayar çaresiz kalmıştı, dalgındı, düşünüyordu. Yine ben konuşmaya başladım: Cenaze namazını mutlaka bir camide kılmaya mecburiyet yok. İslâm dini müsait, sarayda da kılarız.' Celal Bayar geniş bir nefes almış, rahatlamıştı. Şerefettin Yaltkaya'yı çağırdık ve Dolmabahçe'nin büyük salonunda hem de birkaç kişi ile değil, birkaç saf halinde paşalar, subaylar, vazifeliler, saray mensubunu ve Atatürk'ün yakınlarından birkaç kişi olduğu halde kalabalık bir cenaze namazı kıldık".