Osmanlılar, 1389'daki I. Kosova Savaşı'nda Sırplar'ı yendiler, ancak hükümdarları I. Murad'ı kaybettiler. Partizan- Beşiktaş arasında Avrupa Ligi'nde gruplara kalma öncesi yapılan maçta Sırp taraftarlar Sultan Murad'ın şehid edilmesini gündeme getirererek hakaret içerikli tezahürat yaptı.
Beşiktaş 1-1 biten ilk maçın ardından İstanbul'daki rövanş'ta Partizan'ı 3-0 yenip Sırplar'a gereken cevabı verdi.
Birinci Murad, babası Orhan Gazi'nin 1362'de ölümünden sonra Osmanlı tahtına geçti. Döneminde Rumeli'de yapılan fetihlerle tarihe Balkan Fatihi olarak geçti. Osmanlı fetihleri karşısında Bosna, Sırp ve Bulgar Kralları ittifak kurdular.
Osmanlılar ise bu ittifaka bazı darbeler vurarak, karşılarındaki cepheyi küçülttüler.
ŞEHİD HÜKÜMDAR
15 Haziran 1389'da meydana gelen Kosova sahrasındaki savaşta Osmanlılar, büyük bir zafer kazandılar.
Birinci Kosova zaferi neticesinde Balkanlar'da Osmanlılar'a karşı direnebilecek bir kuvvet kalmadı.
Sırp Prensi Lazar da muharebede ölmüştü. Düşmanın bozguna uğrayıp kaçmasından sonra, büyük bir zafer kazanmış olan Birinci Murad harp sahasını dolaşmaya başlamıştı.
Zafer için Allah'a şükrediyordu. Bu sırada savaşta yaralanmış olan Miloş Obiliç, sultana itaat edeceğini söyleyerek hükümdarın yanına geldi. Bir hançerle Murad Hüdavendigâr'a saldıran Miloş Obiliç, hükümdarı kalbinden yaraladı. Saldırgan, hükümdarın etrafındaki adamlar tarafından hemen öldürüldü.
Birinci Murad'ın yaralandığı yerde bir çadır kurularak hükümdar tedavi altına alındı. Ancak yarası ağırdı. Sultanın şehid olmasından sonra Yıldırım hükümdar ilan edildi.
SIRPLAR HİÇ UNUTMADI
Sırplar, Birinci Kosova Muharebesi'ni hiç unutmadıklarını 1989'da gösterdiler. Miloseviç iktidara geldikten bir süre sonra, Osmanlı- Sırp Kosova Savaşı'nın 600. yıldönümü için 1989'da Kosova'da büyük bir miting düzenleyerek hainler yüzünden yenildikleri bu savaşın intikamını alacağını söyleyerek Müslüman katliamı için kapıyı aralamıştı.
Osmanlı arşivcileriyle ilgili meselede doğru nasıl bulundu?
1986'DA fakülte yıllarımda ilk defa Osmanlı arşivi ile tanıştım. Arşiv belgelerini yeni yeni okumaya başlamışken araştırma yapmak için Osmanlı Arşivi'nin Cağaloğlu'ndaki kapısından içeri girip, hayatımın 30 yılından fazlasını arşivde geçirdim.
O zamanlar arşivde araştırma yapmak çok zordu. En az 6 ay süren güvenlik incelemesinden sonra ancak arşivde araştırmaya başlayabilirdiniz.
Kısıtlı araştırma yapmanıza izin verilirdi. 100 görüntüden fazla kopya verilmez, 10 sayfadan fazla arka arkaya fotokopi çektirilmezdi. Bazı belgeleri de araştırma konunuz dışı diye alamazdınız. Ancak bütün olumsuzluklara rağmen sizi rahatlatan bir şey vardı: Arşiv çalışanlarının mevzuat engellerine rağmen araştırmacıların belgelerden istifade etmeleri için gösterdikleri gayret. Arşiv bir aile gibiydi. Bu sayede 1980'lerden sonra tarih alanında birçok yeni araştırmaya imza atıldı.
Yeni sistemin kurulup, devletin yeniden teşkilatlandırılması esnasında Devlet Arşivleri de diğer kültür kurumlarıyla birlikte Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlanacaktı.
Ancak arşivlerin devletin hafızası olduğu ve en üst kuruma bağlanması gerektiği Cumhurbaşkanımıza arzedildi. Tarihe ve arşivlere çok önem veren Cumhurbaşkanımız da durumu değerlendirip Devlet Arşivlerini Cumhurbaşkanlığı'na bağlattı.
Başbakanlığa bağlı kurumların bir kısmının işlevi ortadan kalktığı bir kısmı da yeni bir yere bağlandığı için personeli bir havuzda toplanmıştı. Devlet arşivleriyle ilgili yapılacak iş basitti. Güvenlik soruşturmasıyla ilgili sıkıntısı olan personel dışında kalanları yeni çatı altında devam ettirmek. Ancak Devlet Arşivleri Başkanı bazı arşiv çalışanlarının da yanlış yönlendirmesi ve makamının da verdiği güçle ben hesap vermem diyip, büyük bir yanlış yaparak 110'u tasnif personeli olmak üzere 200'den fazla elemanını başka kurumlara göndertmeye kalktı. Bu durum büyük sıkıntı yarattı ve tepkiler ardı ardına gelmeye başladı. Tepkiler haklıydı. Çünkü kurumun hafızası yokediliyor ve yetişmiş personel bir gecede kapı önüne konuluyordu. Arşivcilik tarihimizde böyle büyük bir hata 1931'de yapılmış Osmanlı arşiv belgelerinin bir kısmı Bulgaristan'a hurda kâğıt olarak satılmıştı.
87 yıl sonra arşiv yöneticisinin gafletiyle bu sefer yine hiçbir şekilde izah edilemeyecek ve tarihimize kara bir leke olarak geçecek yeni bir hata yapılıyordu. Ancak gelen tepkiler hatanın yapılmasına izin vermedi.
Tepkilerin çoğu arşive ömrünü vermiş tarihçilerden geldi. Bir kısmı basın organlarında yazılar yazarak, bir kısmı sosyal medyada paylaşımlarda bulunarak, bir kısmı ise devletin üst düzey yetkilileriyle görüşerek bu durumun yanlış olduğunu, muhafazakâr bir hükümete böyle bir hatanın yakışmayacağını söyleyerek durumu düzeltmeye çalıştı.
Yaklaşık bir ay süreyle boşu boşuna insanların enerjisi harcandı. Ancak sonunda yetkililerin devreye girmesi ve devlet arşivleri başkanlığının da yanlışta inat etmeyip hatadan dönmesiyle arşiv eski haline döndü.
Arşive huzurun gelmesinde ve bu meselede doğru yolun bulunmasında devlet aklına sahip iki kişinin çok büyük rolü var. Birincisi Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan. Hasan Doğan, durumun önemini hemen anlayıp, uzlaşmacı ve çözüm odaklı devlet adamı tavrıyla devreye girerek meselenin çözülmesinde büyük bir rol oynadı.
Durumun düzeltilmesinde önemli rol oynayan ikinci devlet yetkilisi ise Sosyal Hizmetler ve Aile Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk.
Bakanımız kendisine bağlı Devlet Personel Başkanlığı'yla ilgili hususlarda her türlü kolaylığı sağladı. Böylece Arşiv'deki durum düzeldi. Her ikisine de tarihçiler ve arşiv çalışanları adına teşekkür ediyorum. Bundan sonra yapılması gereken iş, bu hatanın niye, niçin ve nasıl yapıldığının teferruatlı olarak soruşturulması. Bu durumun idari bir zaaftan mı yoksa başka bir durumdan mı bu safhaya geldiği araştırılıp, açıkça ortaya konulmalı.
Eğer bu yapılmazsa arşiv personelinin uzmanlık sınavlarında da can yakacak yeni hatalar yapılır.
Bütün arşivlerin Cumhurbaşkanlığına bağlanmasının üzerinden henüz 10 gün bile geçmeden Devlet Arşivleri Başkanlığı'nda böyle yanlış ve tatsız uygulamaların yaşanması arşivler konusunda atılacak olan önemli adımlarla ilgili olarak daha şimdiden karamsarlık yaratıyor.
Rumeli Türkleri'nin kutsal ziyaretgâhı
KOSOVA sahrasında Sultan Murad'ın iç organlarının gömüldüğü türbe zamanla Rumeli Türkleri için kutsal bir ziyaretgâh hâline geldi. Sultan Murad Meşhedi, yani şehidliği diye anıldı. Osmanlı padişahları Rumeli fatihi hükümdarlarının türbesine büyük önem verdiler. Sultan İkinci Abdülhamid türbenin yanına ziyarete gelenler için bir misafirhane yaptırdı.
Türbe Osmanlı döneminde Sultan Reşad'ın bölgeyi ziyareti sırasında elden geçirilerek, tamir edilmişti.
Kosova olaylarından sonra Birleşmiş Milletler bayrağı altında bölgede barışı sağlamaya giden Türk Taburu, Sultan Murad Türbesi'ni restore etti.
Sultan Murad Türbesi'nin yanısıra Kosova Sahrası'ndaki bir diğer önemli ziyaretgâh Osmanlı Ordusu'nun bayraktarı Gazi Mestan Türbesi'dir.
Kosova'yı kaybetmelerine rağmen Birinci Murad'ı şehid etmeleriyle övünen Sırplar, Sultan Murad Türbesi'nin bahçesine Miloş Obiliç'in, anıtını dikmek için yıllarca uğraştılar.
Ancak bölgedeki Müslümanlar, Sırplar'ın bu teşebbüslerini engellediler.
Sırplar da Miloş'un anıtını Kosova Sahrası'nın başka bir yerine diktiler.