Osmanlı İmparatorluğu, Barbaros kardeşler sayesinde 16. yüzyılın başlarında Kuzey Afrika'ya hakim oldu.
Cezayir 1516'da, Trablusgarp yani Libya 1551'de, Tunus ise kesin olarak 1574'te Osmanlı topraklarına katıldı.
GARP OCAKLARI
Osmanlı'nın Cezayir, Tunus ve Trablusgarb eyaletlerine "Garb Ocakları" denilir. Türkler bölgeyi çok az bir kuvvetle kontrol etmişlerdi. Ege bölgesindeki Türkler Garb Ocakları'nın insan gücünü sağlarlardı. Garp Ocakları'nın en önde geleni Cezayir'di. Garp Ocakları'nın idaresi diğer eyaletlerden farklıydı.
Beylerbeyi tarafından yönetilen eyaletlerde timar sistemi yoktu. Zaman içerisinde beylerbeylerinin yerini dayı adı verilen askeri idareciler öne çıktı Garp Ocakları'nın en önemli geliri korsanlıktı. Akdeniz'de, Atlas Okyanusu'nda bayrak gösterir, yelken açarlardı. Binlerce kilometre uzaklıktaki Amerika kıyılarından İzlanda'ya kadar her tarafı basarak, büyük korku yaratmışlardı. Avrupalılar'ın arasında birçok Türk reisinin adına şarkılardan halk hikâyelerine kadar birçok yerde rastlanılır.
AMERİKALILAR AKDENİZ'DE
18. yüzyılın sonlarına gelindiğinde Osmanlı İmparatorluğu eski gücünü kaybetse de dünyanın en önemli birkaç devletinden biriydi. Aynı dönemlerde yeni bir devlet ise tarih sahnesine çıkmıştı. Amerika Birleşik Devletleri, 1783'te bağımsız olmasından sonra dünya sularında faaliyete geçti.
Amerikalılar, 1786'da Fas'la Arapça bir antlaşma yaptılar.
Sultan'dan Amerikan gemilerinin Fas limanlarını kullanmaları iznini aldılar.
Cezayirli deniz gazileri ise 1785'ten itibaren rastladıkları Amerikan gemilerine nefes açtırmıyorlardı. 1785 Temmuz'unda Cadiz açıklarında yakalanan bir ABD gemisi Cezayir limanlarına getirilmişti.
Daha sonraki yıllarda onlarca ABD gemisi Cezayirli deniz gazilerinin eline geçti. ABD Kongresi 1794'te Cezayir'le mücadele için 700 bin dolara yakın bütçe ayırarak, kuvvetli gemiler yapılması için adım attı. Amerikalılar, bu hazırlıkların yanısıra gemilerini kurtarmak için 1795'te Joseph Donaldson başkanlığındaki bir heyeti Cezayir'e gönderdiler.
III. Selim'in hükümdarlığı döneminde Cezayir yöneticileri ABD'yle 5 Eylül 1795'te Türkçe bir antlaşma imzaladılar.
23 sayfalık bir ahidname olan belgenin sonunda Cezayir Beylerbeyi Hasan Paşa'nın mührü ve imzası vardı.
Yıllar önce Mimar Hilmi Şenalp tarafından yeni harflere çevrilen antlaşmanın girişi "İşbu 1795 senesinde hâlâ Amerikan ceziresi eyaletlerine mutasarrıf George Washington namlı Amerikan hakimiyle Ocağımız Cezayir'de sahibü'ddevlet olan Saadetlü Hasan Paşa hazretlerinin reyi ve muzaffer askerlerin ağası, kul kethüdası vesair divan halkı ve bütün askerlerin ileri gelenlerinin ittifakıyla bu sulh-u salahımız metin ve muhkem olup, sabit olmuştur. Bugünden sonra sulhumuza muhalif, mugayir ve bozacak söz kalmamıştır" diye başlıyordu.
ABD, bu antlaşmaya göre Cezayir'de bulunan esirlerin bırakılması için Cezayir Beylerbeyi Hasan Paşa'ya 642 bin 500 dolar "haraç" verecek ve her sene 21 bin 600 dolar (12 bin altın) tutarında vergiyi de muntazaman ödeyecekti.
Kongre anlaşmayı 7 Mart 1796'da onayladı. Amerika, bu vergiyi 19. asrın ilk çeyreğine kadar 20 yıldan fazla ödedi.
Daha sonra güçlenen donanması ve askeri gücü sayesinde haraç ödemekten kurtuldu.
AMERİKA'NIN TARİH SAHNESİNE ÇIKIŞI
1492'de Amerika'nın keşfinden sonra İspanyol ve Portekizliler, Güney ve Orta Amerika'yı sömürgeleştirmişlerdi.
İspanyollar, Meksika ve günümüzde ABD'nin bazı eyaletlerinin bulunduğu bölgelere de hakim oldular. Kıtanın altın ve gümüşleri Avrupa'ya taşındı.
İspanyollar, İngilizleri uzun süre Amerika'dan uzak tuttular.
Ancak 16. yüzyılın sonlarında Kraliçe Elizabeth döneminde İngilizler Amerika'yı kolonileştirmeye başladılar. 1588'de İspanyol donanmasını mağlup edince önleri açılmıştı.
İngiltere'de iktidar mücadelesini kim kaybettiyse (Püritenler, Katolikler), henüz kolonileşmenin yeni başladığı Amerika Kıtası'na, yani Yeni Dünya'ya giderek, şanslarını denediler.
İngiltere, zamanla daha da kuvvetlendi.
Fransa ve İngiltere'nin Amerika'daki sömürgelerine de hakim oldu.
Amerika'daki koloniler vergilerini verip, krala itaat ettikleri sürece özerk olarak yönetiliyorlardı. Ancak 18. yüzyılın ikinci yarısında İngilizler'in ardarda koydukları vergiler ve üst perdeden bakışları kolonilerin dayanışmasına yol açtı.
1773'te Amerika'da çıkarılan çay yasası ise Amerikan bağımsızlık savaşı yolunda önemli bir adımdı. 1774'te ve 1775'te koloniler Philadelphia'da iki kongre tertip ettiler. Kuzeydeki koloniler bağımsızlık yanlısı tavır takınırken, ortadaki güneyli koloniler İngiltere ile mevcut statükonun korunmasından yana olan muhafazakâr Dickinson'ı desteklediler.
Dickinson'un etkisinde kalan kongre o yıl bağımsızlık istemediğini beyan etmişti. Ancak İngilizler'in katı tutumu ve Jefferson, Franklin, Washington, Paine gibi isimlerin halkı bilinçlendirmek için verdikleri çaba Amerikalılar'da bağımsızlık hevesinin doğmasına yol açtı.
2 Temmuz 1776'da kongre bağımsızlık için oylama yaptı. Bağımsızlık metni kongre tarafından kabul edilince, ABD resmen 4 Temmuz 1776'da bağımsızlığını ilan etmişti. İngiltere'ye göre kolonilerin bu tavrı imparatorluğa karşı isyandı.
İngiliz ordusunda eski bir subay olan General George Washington önderliğinde mücadele eden Amerikalılar'a, Fransızlar da 1778'de İngiltere'ye savaş açarak destek verdiler. Fransa'nın bu desteği vermesinde 13 Amerikan kolonisinin oluşturduğu ordunun 1777'de Saratoga'da İngilizleri yenmesinin büyük etkisi olmuştu. Amerikalılar 1781'de Yorktown'da İngilizleri yenerek savaşı kesin zaferle noktaladılar.
İngiltere'ye bağlı Kanada ile ABD sınırının tespiti yüzünden uzun süren müzakereler neticesinde 3 Eylül 1783'te imzalanan Paris Antlaşması ile İngiltere Amerika Birleşik Devleti'nin bağımsızlığını onayladı.
Amerika bağımsızlığını ilan ettikten sonra, devletin nasıl yönetileceği büyük bir problem oldu. Koloni döneminin geleneğiyle, yerel idareler güçlüyken, Washington'daki merkezi idarenin yetkileri çok kısıtlıydı. Ayrıca devlet tam olarak oturmadığından ülke içerisinde yetki karmaşası vardı. Devletin kurulduğu ilk yıllarda, İngiliz geleneğinin devam etmesini isteyen güneyliler federal hükümetin yetkilerin artırılmasını isterken kuzeyliler mahalli idarelerin yetkilerinin genişletilmesinden yanaydılar. Nihayet uzun tartışmaların sonunda bir uzlaşmaya varıldı ve anayasa 1787'de kabul edildi ve 1790'da yürürlüğe girdi. Bu yeni anayasa ABD'ye devlet görünümü kazandırmıştı.
Eyaletler iç işlerinde serbest olmakla beraber dış politikada merkezi hükümet söz sahibi olacaktı.