Cumhurbaşkanımızın eşi Sayın Emine Erdoğan'ın Harem'de verilen eğitimle ilgili konuşması, sırf cumhurbaşkanımızın eşi olduğu için eleştirildi. Hâlbuki aynı sözleri yıllar önce Halil İnalcık hocamız "Harem bir fuhuş yuvası değil, bir okuldu" şeklinde ifade etmişti
Harem, "korunan, mukaddes şey ve yer" manasına gelir. Evlerde kadınların erkeklerle karşılaşmadan günlük hayatlarını sürdüreceği bölüme Harem denir. İslâmiyet'ten önceki dönemlerde Ortadoğu'da kurulmuş devletlerde ve İran'da Harem kurumuna rastlanır. Harem, Müslüman toplumlara mahsus bir kurum değildir, dünyanın her tarafında değişik din ve medeniyetlerde Harem'e rastlanılır.
Osmanlı'da Harem
İslâmiyet'ten sonra devlet başkanlarının saraylarında Harem, Emeviler zamanında ortaya çıktı. Abbasiler döneminde saray teşkilatının gelişmesine paralel olarak Harem de kurumlaştı.
Harem teşkilatı daha sonra Selçuklular, Harzemmşahlar ve Memlükler gibi İslâm devletlerinde de aynı yapı üzerinde devam ederek Osmanlı İmparatorluğu'na intikal etti. Harem teşkilatının ilk yılları hakkında fazla bir bilgimiz bulunmuyor. Orhan Gazi devrinde devletin teşkilatlanmasına paralel olarak Harem teşkilatının ilk çekirdeği atılmış olmalıdır. Çelebi Sultan Mehmed devrinden (1413-1421) itibaren Osmanlı sarayında Harem ağalarının görülmeye başlanması Harem'in gelişiminde önemli bir noktadır. Fatih Sultan Mehmed zamanında devlet ve saray teşkilatının oluşmasına paralel olarak Harem-i Hümâyûn da teşkilatlandırıldı. III. Murad'la birlikte Harem halkının sayısı arttı ve büyüdü. Valide sultan, yani padişah anneleri Harem'in yöneticisiydi.
Harem bir okuldu
Osmanlı Haremi, tarih boyunca herkesin ilgisini çeken bir yer olmuştur. Harem denince akla cinsellik gelir, ancak Harem-i Hümayun padişahın evi ve bir eğitim kurumudur. Osmanlı sarayı üç bölümden meydana geliyordu: Harem, Birun ve Enderun. Harem-i Hümayun, Harem'le birlikte Enderun'u içerisine alır. Enderun, Osmanlı'nın erkek yöneticilerinin yetiştiği üst düzey bir okuldu. Harem ise kadın yöneticilerin yetiştiği bir mektepti. Osmanlı tarihçiliğinin en büyük ismi tarihçilerin kutbu, şeyhül- müverrihin Halil İnalcık hocamız, 1990'larda Aktüel Dergisi'ndeki bir yazısında bu durumu "Harem bir fuhuş yuvası değil, bir okuldu" diye ifade etmişti. Hareme giren cariyeler sıkı bir disiplin altında, eğitim görürdü. Önce Türkçe ve İslamiyet öğretilirdi. Türk-İslam âdet ve adabını öğrenen kadınlar, dikiş-nakış, hanendelik, sazendelik, rakkaslık, şiir, hikâye anlatma sanatında ustalaşırdı. Kadınlara dönemin en iyi hocaları ders verirdi. Türk musikisinin en büyük isimlerinden Tekbir'in bestekârı Itrî ve 19. yüzyılın büyük bestekârı Hacı Arif Bey, Harem hocalarındandı.
DEVLETİ AYAKTA TUTAN HAREM KADINLARI
XVII. yüzyılda padişahların çocuk yaşta tahta çıkmaları devlet yönetiminde boşluk meydana getirdi. Bu dönemde devlet idaresinde Harem ve valide sultanlar ön plana çıktı. Böyle bir dönemde Kösem Sultan ve Turhan Sultan'ın devlet yönetimini ele almaları Osmanlı'yı otorite boşluğundan bir ölçüde kurtarmıştır. Valide sultanların hanedanın devamını herşeyin üstünde tutması devletin devamını sağlamıştır. Kösem ve Turhan sultanların emirleri incelendiği zaman cahil insanlar olmadığı anlaşılır.
Turhan Sultan'ın veziriazama yazdığı emirlerden, gemilerdeki top ve kürekçilerden, Mısır Hazinesi'nden gelen vergiye, asker maaşlarından Kırım Hanı tayinine, fişek atılmasının yasaklanmasından Üsküdar'ın eşkıyalardan temizlenmesine kadar birçok konuya vâkıf olduğu görülüyor.
AVRUPALILAR'IN HAREM FANTEZİLERİ
Avrupalılar için Harem her zaman esrarengiz ve hayalleri süsleyen bir yer olmuştur. Üst düzey devlet görevlilerinin bile girmelerinin mümkün olmadığı Harem'i Avrupalılar'ın görmeleri hayal bile edilemezdi. Batılılar, Harem ile ilgili cinsel hayaller kurmuşlar ve hayali bilgilerle yüzlerce kitap yazmışlar. Örneğin, XVII. yüzyılda İngiliz Elçiliği Kâtibi Rycaut, padişahın iki sıra hâlinde dizilmiş cariyelerin arasından geçerken geceyi geçirmek istediği güzelin önüne mendil bıraktığını söyler. III. Ahmed devrinde İngiltere'nin İstanbul elçisi olan Wortley Montagu'nun eşi olan Lady Montagu, Osmanlı haremine girebilen nadir Avrupalılar'dan. Mektuplarında Rycaut'un fantezisinin doğru olmadığını yazar.
TÜRK MUSİKİSİNİN BÜYÜK BESTEKâRI
Türk musikisinin en önemli bestekârlarından Buhurîzâde Mustafa veya herkesin tanıdığı mahlasıyla Itrî, 17. yüzyılda İstanbul'da doğdu. IV. Mehmed (1648- 1687) döneminde sarayda musiki hocalığına başladı. Belgelerde Enderun-ı hümayun muallimi, Harem cariyeleri muallimi olarak geçer. Uzun süre haremde cariyelere musiki dersleri verdi. Hanende, sazende, bestekâr, şair ve hattattı. Türk musikisinin birçok önemli parçasını besteledi. Özellikle dinî musikimizin en önemli eserleri olan Kurban Bayramı tekbiri, Cuma salatı ve salat-ı ümmiyeyi besteledi. Itrî'nin resmi tarihi önemine binaen şu anda 100 liraların arkasını süslüyor.
HÜRREM SULTAN'IN TÜRKÇESİ
Hürrem Sultan'ın Kanunî Sultan Süleyman'a yazdığı mektuplar ile Turhan Sultan'ın veziriazamlara yazdığı emirlere baktığımızda her iki sultanın da çok iyi bir eğitim aldığını, Türkçe'nin ifade gücüne, şiire, dinî ve tarihî bilgilere, diplomasiye ve devletin iç meselelerine vâkıf oldukları görülür. Hürrem Sultan, Kanunî'ye yazdığı mektuplarda Büyük İskender döneminde yaşadığına inanılan kadın hükümdar Kaydâfe'den bile bahsetmişti. Hürrem Sultan'ın Kanunî'ye yazdığı mektup okunduğunda Harem'in eğitim durumu daha iyi anlaşılacaktır: "Benim Yusuf yüzlüm, şeker sözlüm, hoş edalı sultanım. Allah'ın dergâhına yüzümü süpürge edip, öyle yalvarırım ki, sizi benden ömren ayırmak sözü yok olmakla kalmasın, mübarek endamını yine tez zamanda bana göstersin. İlahî, "bizi ayrılıktan kurtar". Eğer denizler mürekkep, şu ağaçlar kalem olsaydı, bu ayrılığın açıklamasını nasıl yazarlardı. Her kim ayrılığa düşenin hâlini bilmeyi dilerse, Yusuf Suresi'ni okusun. O sure onu tam yorumlar. Benim sultanım, canım, melek yüzlü nurum. Şu anda, sihir eserleri gösteren sevgilinin kalem damlalarının tuhaflıkları ve mucize gösteren yontulmuş kalem nağmelerinin rağbet edilen hediyesi, yani benzersiz yazı ve üstün sözlü, cana rahatlık veren, su gibi akıcı, tatlı sözlü yüce hitabınız, Allah'ın beratı ve gökyüzüne ait gelen tuğra gibi, mutluluk tacı gibi, ikbal ufkundan inerek ikram edildi...."