İSTANBUL'A döndük... Ortalık fena halde karışmış. Gücü olan cebindeki kartı çıkarıp masaya koyuyor. Kavga sert ve uzun soluklu.
Bugün başlamayan bu mücadele yarın da bitecek gibi değil. Ancak hala olayların kahramanları, ittifaklar, hedefler, varılacak noktalar tam olarak anlaşılabilmiş değil. Bir kafa karışıklığı olduğu net... Bizler hala para ile gücü, güç ile iktidarı anlayabilmiş değiliz.
Daha önce yazıldı çizildi.
Ancak bu sözler genele yayılmadı... Ali Balkaner sahibi olduğu Yurtbank'tan kendi şirketlerine kredi kullandırarak, bankayı zarara uğrattı. Bu gerekçeyle 21 Aralık 1999'da Yurtbank'a el konuldu. İstanbul 8'inci Ağır Ceza Mahkemesi, 15 Nisan 2009'da Balkaner'i, 16 yıl 8 ay hapis ve 66 bin 666 liralık adli para cezasına çarptırdı. Tutuklu kaldığı süre ve sağlık sorunlarını göz önünde bulundurarak, 1 milyon 500 bin TL kefaletle tahliye etmişti...
O dönemde BALKANER çok önemli bir tablo ortaya koyuyordu. Balkaner "Biz 18 aileyiz. Bir de başkanımız var. Bütün ekonomiyi bizler yönetiyoruz. BORSA bizden sorulur. Bir keresinde başkanımız yabancı bir borsada 800 milyon dolar kaybetti. Bana mısın demedi..." sözleriyle herkesin askere orduya polise istihbarata baktığı bir dönemde gerçeği ortaya koyuyordu.
Son sözü PARA söylerdi.
Ancak biz BÜROKRASİYE bakıyorduk. Olanı biteni Türkiye görmüyordu. Iskalıyordu.
Mesela 1960 darbesinde asıl oyuncu Satvet Lütfü Tozan'dı.
Ancak biz onu değil askerlerin isimlerini ezberliyorduk...
İşadamına, parayı elinde tutana değil omzunda apoleti olana takılıyorduk! OYSA İSTANBUL SERMAYESİ DEVLETİ kendi içinde bölüşüyor ve yönetiyordu.
Aslında o günden kalan alışkanlıkla ekonomi üzerinden AK PARTİ'ye ve Erdoğan'a yüklenmeye devam ediyorlardı...
Yani bir anlamda ERDOĞAN seçimlerden zaferle çıkarken İSTANBUL SERMAYESİNİ yeniyordu. Tabi biz olaylara böyle bakmıyor şablonlarla gidiyorduk...
İsimlere girmek istemiyorum.
Son dönemde pek çok önemli kişi gündemde. Mücadele giderek de sertleşecek gibi durmakta...
Konu Türkiye olunca doğal. Artık biliyoruz.
Neyse...
EUROGOLD... Gizli manşetlerin başında gelen konu...
Şirket 1989 yılında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'ndan ALTIN ARAMA izni, 1992 yılında yine aynı bakanlıktan 10 yıl süreyle İŞLETME ruhsatı, 1993'te ise Çevre Bakanlığı'ndan OLUMLU RAPORU ve İŞLETME izni aldı.
EUROGOLD Avustralya kökenli NORMANDY POSEIDON ve KANADA kökenli Metal Mining Corporation'a bağlı olarak 29 Ağustos 1989'da kuruldu. Yıllar içinde ortaklıklar değişti. Mesela bir ara Normandy Poseidon Grup şirketlerinden POSEIDON GOLD LIMITED yüzde 66.7 hisseye sahipti. Sonra Alman Metallgeselschaft Grup %33.33 oranında söz sahibi oldu. Sonra Normandy-Poseidon-BRGM (Avusturya-Fransa) %67 hisseye yükseldi. Daha sonra Kanadalı başka bir şirket söz sahibi oldu.
Sermaye yapısı zamanla oynaklık gösterdi. Ta ki BERGAMA'ya gelene kadar biz bunları pek duymuyorduk...
Oysa ABD gibi ülkede bile hakimlerin şirketle ilgili ilginç kararları vardı. Bir hakim bir keresinde "Hayatımda böyle etkili bir şirket görmedim. Her taşın altından çıkıyorlar..." diyordu...
Şirketin başından beri en güçlü üyesi Yeni Zelandalı Sir RON BRIERLEY'di. Yöneticisi ve en etkili ismiydi. Sanırım 2019'da çocuk istismarı nedeniyle üç suçtan suçlu bulundu. 2021'de ŞÖVALYELİK unvanının geri alınması için düğmeye basıldı. 1988'de Genel Vali Sir Paul Reeves tarafından verilen şövalyelik işine pek fazla yaramadı...
Bu şirketin, Türkiye, Bergama ve diğer ülkelerdeki faaliyetlerine bakınca devasa bir finans yapısıyla karşı karşıya geliyorsunuz...
Biz de her olay isimler ve klişelerle tartışıldığı için asıl mücadeleyi gözden kaçırıyorduk. İSTANBUL'daki 18 aile ya da Avustralya'daki benzer güçler birbirinden kopuk değildi. YERALTINDAN işleyen kanallarla herkes herkese bağlıydı. Sadece işinde gücünde olan insanlar bunları görmüyordu. ALTIN gibi güçlü bir enstrüman için haliyle fırtınalar kopartılıyordu.
Sermaye hareketlerindeki değişiklik 2005'e kadar devam ediyordu. O tarihlerde Koza Davetiye Yönetim Kurulu Başkanı Akın İpek, 'Eti Gümüş'teki payımızı Söğütsen Seramik'e sattık. Bu parayı Bergama'da altın üretimi yapan Normandy Madencilik'i almak için kullanacağız. Hedefimiz altın madenlerini ekonomiye kazandırmak' diyordu.
KIYMETLİ madenciliğe yönelen Koza Davetiye'nin iştiraki ATP, KSS Madencilik'teki yüzde 50 hissesini ortağı Söğüt Seramik'e devrederek gümüşten çekiliyordu. Koza Davetiye Yönetim Kurulu Başkanı Akın İpek, satıştan elde ettikleri 12 milyon dolarlık geliri Bergama'da ALTIN üretimi yapan Normandy Madencilik'in satın alınmasında kullanacaklarını açıklıyordu. Ve rakamlar veriyordu...
Eti Gümüş'ün gerek yapısı, gerek cirosu ve karlılığıyla Türkiye'nin gözbebeği olduğunu belirten Akın İpek, 'Ancak Normandy Madencilik, Eti Gümüş'le karşılaştırınca bizim için daha cazip bir firma. Bu ay başlarında Normandy ile prensipte anlaştık ve ön ödemeyi yaptık. Ay sonuna kadar anlaşmayı sonuçlandıracağız' dedi. Normandy Madencilik'in 2003'de 94.9 trilyon lira ciro yaptığını ve karının da 34.7 trilyon lirayı bulduğunu hatırlatan İpek, şirketin cirosunun 2004'ün ilk 9 ayında 63.5 trilyon lira olduğunu bildirdi. İpek Normandy'nin Türkiye'nin en karlı şirketlerinden biri olduğunu da dile getirdi. İpek sanırım böylesine kar eden bir şirketi almak için 44.5 milyon DOLAR ödeyecekti...
İlginçtir özellikle SOL KESİM yabancıların ALTIN çıkarmasını sürekli protesto ederken ÇEVRE SAĞLIĞINDAN söz ederken İPEK'ten sonra bu sesler kısılıyordu! ETİ MADEN'in Kütahya'daki gümüş İŞLETMESİNDE DE siyanür KULLANILIYORDU...
ANCAK KİMSENİN SESİ YÜKSELMİYORDU...
Yer altına inen ilişkileri ve güç birliğini ıskaladığımız için PARAYI da iktidarı da gerçek anlamda bilmiyorduk. Perde önündekiyle idare etmek durumunda kalıyorduk. GÜÇ dağılımı anlaşılmadığı için TÜRKİYE'deki İKTİDAR SAVAŞLARI da pas geçiliyordu.
Ne finansal operasyonları ne sermayenin etkisini ne de perde gerisindeki gücü elinde bulunduran asıl oyuncuları görüyorduk...
EN kolayı, önde olan ve sorumluluğu taşıyan seçilmiş iktidara yüklenmekti. Bu herkesin işine geliyordu. Son tahlilde çok basitti... Bir faturası da yoktu...
Son dönemde fırtına kopartılan olayların asla ve kat'a gerçekte nasıl olduğunu bilemeyeceğiz.
Görünmeyen iktidarı ve hiyerarşiyi çözemeyeceğiz...
Sızdığı kadarıyla mutlu olup gideceğiz... Önümüzdeki dönemde de perde gerisinde kalanların değişik frekanslardan perde önündekilere saldırılarını göreceğiz... Yaşananlar isimlerden çok daha önemliydi.
Kaçırdığımız buydu... Özellikle Deniz Bey'den sonra CHP içindeki değişimin adresine de buradan bakmakta fayda vardı. Hiçbir şey göründüğü gibi değildi...