Melih Bey, yanlarına gelip selam verdiğinde ekip, hararetli bir tartışmaya dalmıştı… İhsan:
- Hoş geldin, Melih kardeşim. İyi ki geldin. Bu adamlara laf anlatamıyorum bir türlü. Şimdi de dezenformasyon meselesine kafayı takmışlar. Sosyal medyada yalan yanlış şeyler yazanlarla mücadelenin yeterli olmadığını, daha kararlı uygulamalar gerektiğini söylüyorlar, ne dersin?..
- Aslında haklılar. Ancak bu konu ile alakalı şimdiye kadar epey adım atıldı ve yenileri de atılıyor. Mesele, kötü niyetlilerin atılan her adımın arkasından dolaşabilecek yolları bulabiliyor olması. Siz yeni bir durum için formüller geliştirirken onlar da bunu etkisiz hale getirebilecek yollar aramaya başlıyorlar. Kısacası, dışarıdan bakıldığı kadar kolay bir iş değil... Selim:
- İyi ki İletişim Başkanlığı'nın Dezenformasyonla Mücadele Merkezi var. Olup bitenlerin doğrularını anlatma konusunda sanırım Anadolu Ajansı'nın da bir masası mevcut. Yine de yetmiyor gibi, çünkü kötü niyetliler daha yoğun çalışıyorlar sanki…
- Türkiye'nin bize bırakılmayacak kadar önemli olduğuna inanan dış mihraklar ve içimizdeki uzantılarının koordineli bir şekilde çalıştıkları, aşikar. Mücadeleyi zaafa uğratan husus, karşınızdakilerin çoğunun kimliklerinin gizli olması ve bu arada adeta bir merkez halinde sahte hesaplar üzerinden içerik üretmeleri. Bunların, yine iş birliği yapan yaygın medya organları tarafından kullanılmaları, konuyu içinden çıkılmaz hale getirebiliyor… Mehmet:
- İşin en zor kısmı da birilerinin ürettiği yalanların, meraklı ve iyi niyetli vatandaşlarımız tarafından da kullanılması. Böylelikle yalanların etkisi daha fazla olabiliyor. Buna bir çözüm bulunamaz mı?..
- Çözüm için sürekli çalışıldığını biliyoruz. Çalışmanın başarısını ölçme şansımız ise yok. Çünkü ne kadar kişiyi kasıtlı içerikler konusunda uyarabildiğimizi bilemiyoruz. Ancak, eskiye nazaran hem mücadele ve hem de algı açısından iyi durumda olduğumuz söylenebilir… Remzi:
- Asıl problem, ortaya atılan yalanların doğrusunu öğrenemeyenlerin bunları sokakta yaymaları bence. Bu sebeple, sokaktaki insanların çoğunun ülkemizin gerçekleri konusunda bilgi sahibi olmadıklarını görüyoruz. Mesela, kendi kendimize yettiğimiz gibi, birçok konuda ihracat şampiyonu da olmamıza rağmen, tarım ve hayvancılık açısından çok kötü durumda olduğumuza inananlar var…
- Maalesef. Aşırı kar hırsıyla bazı mallar üzerinden spekülasyon yapmaya meraklı olanlar, işin bir tarafı. Durumu olduğundan çok daha kötü göstermek için algı oluşturanlar da bunlarla paslaşarak propagandaya başlayınca, yalanlar ortalığı kasıp kavuruyor… Mustafa:
- Yetkililerin bunu görerek, kamuoyuna daha fazla bilgi vermesi düşünülemez mi?..
- Onlar da ellerinden geleni yapıyor. Ancak, yalanların yayılma hızının doğrulara nazaran daha fazla olması, işi zorlaştırıyor. Burada bize düşen vazifeler var. En azından temas halinde olduklarımıza bildiğimiz doğruları aktarabilirsek, fısıltı gazetesinin etkilerini daha aza indirebiliriz… Selim:
- Keşke tümüyle etkisiz hale getirebilsek. Kendisine yetenden çok buğday üretip, bunun fazlasını ve bu arada ithal ettiklerini un, makarna, bulgur olarak ihraç eden ve un ihracatında dünya birincisi, makarnada ikinci olan ülkemizi buğday ithal etmekle suçlayan birilerinin varlığı, hakikaten can sıkıcı…
- Sadece bu değil. Küçük ve büyükbaş hayvan konusunda da ciddi mesafeler alındığı halde, et piyasasında etkili olan birilerinin oyunları sebebiyle ithalata mecbur kalıyor ve bu durumda bile konuyu tam olarak halledemiyoruz. Şu anda aynı sokakta, etin kilosunu 340 liraya satan market ve 600 liraya satan kasap var. İnsanlar, marketi tercih etmek yerine kasaba gidip fiyatlardan şikayetçi oluyorlar. Çözüm biraz da alışveriş alışkanlıklarımızın değişmesinde belki… İhsan:
Rakamların dili…
- Emekliler konusu gündemin hala en sıcak konularından. 16 milyondan fazla emeklimizin özellikle de az aylık alanlarıyla ilgili çeşitli tartışmalar var…
- Gönül, herkesin arzu ettiği kadar alabilmesini ister. Ancak, öncelikli mesele bunun mümkün olup olmadığı. Doğruluğu ya da yanlışlığı ayrı bir mesele olan EYT sebebiyle emekli yaşı ortalaması düştüğü gibi, çalışanlar ve emekliler dengesinde de ciddi bir sarsılma yaşandı. İşin bir başka tarafı da geçmişteki durumu bilmeyen ya da unutan insanımızın alınan mesafelerin farkında olmayışı… Selim:
- Daha önce de bahsetmiştin bu konudan. Sigorta sisteminin tek çatı altına alındığı 2006 öncesi durum nasıldı?..
- Türk sosyal güvenlik sisteminin yeniden yapılandırıldığı 2006 öncesinde SSK, Emekli Sandığı ve Bağ-Kur şeklinde bir ayrım vardı. 2006'da bu kategoriler SGK çatısı altında toplandı. Yatırdıkları primlerin azlığı sebebiyle eski yıllarda hakikaten çok az aylık alan Bağ-Kur emeklileri başta olmak üzere, emeklilerin aylıklarına devletin sağladığı katkıları azımsayanlar, önceki durumu unutmamalı bence… Melih Bey, telefonunda bir şeyler arayıp bulduktan sonra devam etti:
- Bakın, 2002 sonunda Bağ-Kur tarım emeklilerinin aldıkları en düşük aylık 66 lira imiş. Aynı dönemde, en düşük Bağ-Kur esnaf emekli aylığı 149, SSK emekli aylığı 257 ve memur emekli aylığı da 377 lira. O dönemde dolar kuru 1,65 lira olduğuna göre, tarım emeklisinin aldığı aylık 40, esnaf emeklisinin aldığı 90, işçi emeklisinin aldığı 156 ve memur emeklisinin aldığı aylık da 228 dolara tekabül ediyor. En düşük emekli aylığının dolar karşılığı 2003'te 118, 2005'te 172, 2010'da 265, 2015'te 268, 2020'de 213 dolar olmuş. 2024 itibariyle de 367 dolar... Mehmet:
- Hafıza-i beşer nisyanla yani unutmakla malul sözü, ne kadar da doğru. Geçmişe bakarak insanların haline şükretmeleri gerek oysa…
- Zaman içinde doların da bir enflasyonu var tabii. Ancak, emekli aylıklarındaki artışların satın alma gücünün gittikçe arttığı da bir vakıa. Yani bu aylıklarla 2002'de alınabilen mal ve hizmetlerle 2005'te, 2010'da, 2020'de alınabilenler mukayese edildiğinde, hep iyiye doğru bir gidiş olduğu, dolayısıyla sabit ve dar gelirlilerin enflasyon ve hayat pahalılığına ezdirilmediği görülür… Mehmet:
- Bu arada emeklilerle ilgili en düşük aylık tartışılırken, vaktiyle düşük prim ödeyenlerin şimdi yüksek aylık istedikleri de unutuluyor galiba?..
- Devletin düşük aylık alanlara katkıda bulunmasının, daha fazla çalışıp daha yüksek primler ödeyenlerin şikayetlerine sebep olması da aynı bir husus… Selim:
- Anlattıklarınıza bakılırsa, bu dengeyi kurmak epey zaman alacak gibi?..
- Sanırım. Ekonomi yönetiminin kararlı gidişi ile enflasyon iyice düşünce dengelerin kurulmasına da sıra gelecektir sanırım. Gidişatımız da fena değil. Başta enerji ihtiyacımızı karşılayacak gaz ve petrol üretimi konuları olmak üzere cari açığımızı azaltma kararlılığı sürüyor.
- Az önce sıraladığın emekli aylıkları ile ilgili akış, asgari ücret için de geçerli, galiba?..
- Tabii. Asgari ücret 2002'de 185 lira iken, 2005'te 226, 2010'da 599, 2015'te 1.000, 2020'de 2.324 lira olmuş. Şu anda da 17.000 lira. Dolar olarak 2002'de 126; 2005'te 257; 2010'da 396; 2015'te 426 ve 2020'de 390 olmuş. Şimdi ise 500 dolar… Selim:
- Satın alma gücü ile ilgili durum nedir?..
- Uzun uzun saymaya gerek yok. 2002'de asgari ücretle 815 ekmek alınabiliyorken, şu anda 1.700 ekmek alınabiliyor, mesela. Et, süt, yumurta, yağ, akaryakıt ve benzeri kalemlerde de durum aşağı yukarı aynı. Alım gücü gittikçe yükselmiş yani. Bu, yöneticilerimizin insanımızı enflasyon ve hayat pahalılığına ezdirmeme ve büyümeden doğan refah payını da aktararak sürekli destekleme gayretinde olduklarını gösteriyor… İhsan:
- Mükemmel durumda olmasak da, durumumuz muhalefetin ya da aynı zihniyetteki felaket tellallarının iddia ettikleri kadar kötü değil yani?..
- Kesinlikle. Güllük gülistanlık bir durumda olduğumuz söylenemez. Ama birilerinin iddia ettiği gibi 'ört ki ölem' pozisyonunda da değiliz. Zamanla her şey daha da iyi olacak inşallah!..
- İnşallah!..