Türkiye açıkladığı gibi İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya katılım müzakerelerine başlaması için çarşamba günü yapılan ilk oylamayı veto etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu iki ülke PKK ile FETÖ'ye verdiği desteği kesmedikçe ve Türkiye'ye uyguladıkları silah yaptırımlarını kaldırmadıkça Ankara'nın tavrının değişmeyeceğini açıkladı.
Rusya'nın Ukrayna işgali ile yeni bir dönemin başladığını ve NATO'yu konsolide etmek gerektiğini düşünen Batılı liderler ise Ankara'nın vetosunu kaldırması için harekete geçtiler. Görünen, 30 Haziran'daki Madrid Zirvesi'ne kadar çok sayıda ziyaret, görüşme ve açıklama bizi bekliyor.
Ankara'yı arayan Batılı yetkililer, Türkiye'nin güvenlik endişelerini anladıklarını ancak iki ülkenin üyeliğinin hızlıca kabul edilmesi gerektiğini ve Ankara'nın taleplerinin hemen karşılanamayacağını öne sürüyorlar. Halbuki daha önce verilen sözlerin tutulmadığını çok iyi bilen Türk yetkililer de baskı kurulması gereken başkent olarak Stockholm ve Helsinki'ye işaret ediyorlar. Türkiye'nin güvenlik endişelerini gidermek için politika değişikliğine gitmesi gereken İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya bunları yapmadan hızlıca alınması gerekmiyor. Ankara, genişlemeye ve bu iki ülkeye kategorik olarak karşı değil. Türkiye'nin müttefiklerinden çok kez ihlal ettikleri güvenlik kaygılarına uymalarını bu dönemde dile getirmesinden ve ısrarcı olmasından daha normal bir şey yok.
***
Batılı diplomatlar Ankara'yı diplomatik baskı altına almaya çabalarken Batı medyası da eleştiri tonunu sertleştiriyor.
"Erdoğan rotadan çıkıyor" "NATO'ya şantaj", "Erdoğan'ın Batı'ya agresif tavrı", "Türkiye tarihi anı bozuyor", "Hoş geldin partisini mahvediyor" ve "Macaristan ile Türkiye Putin'e yardım ediyor" argümanları sökün etti bile. Daha ileri giderek
"Türkiye'nin NATO değerlerine uymadığı ve burada yerinin olmadığını" söyleyenler bile çıkıyor. Bu kampanya Ankara'yı baskılama amaçlı ve devam edecek. Halbuki kampanya değil hakkaniyetli müzakerenin gerektiği dönemdeyiz. Şu çok net:
Bazı NATO üyeleri Türkiye'nin güvenliğine zarar veren politikalarını değiştirmeliler.
***
Batı medyasında Türkiye'yi ve Erdoğan'ı suçlayan dil yükselirken muhalefet partilerinin bu konudaki sessizliği dikkat çekiyor. Muhalif medya ise
"iyi ama böyle mi söylenir" tarzı mazeretlerle dolu. Bu ülkenin terörle mücadele gibi milli bir konusunda bu sessizlik ya da eleştiri dili gerçekten çok can sıkıcı. Önemli bir üyesi olduğumuz savunma ittifakı NATO'nun spesifik genişlemesinin konuşulduğu günlerde
"İyi de Rusya'nın PKK ile ilişkisine neden bir şey demiyoruz" tipi yaklaşımlar ise aklımızla alay ediyor.
"Pazarlık havası veriyoruz" argümanı da sorunlu. Türkiye, haklı güvenlik endişelerini dile getiriyor, karşı taraf
"pazarlık, şantaj" diyor. Buna cevaben
"pazarlık konumuna düşüyoruz" demek tam da bizi baskılamak isteyenlerin cümleleri. Halbuki karşı argüman
"PKK ve FETÖ'ye destek verenler bize düşman konumuna düşüyor" demek olabilirdi.
***
Mesele
"fırsattan istifade pazarlık" değil,
"NATO'nun yeni bir genişleme ve konsolidasyon döneminde önemli bir üyesinin güvenlik endişelerinin karşılanmasıdır." Türkiye'de, İsveç ve Finlandiya'nın
PKK ve FETÖ mensupları için finans
ve militan devşirdikleri "misafirhaneye"
döndüğünden şüphesi olan mı var?
Batı medyası kampanyaya başlamışken
bizim muhalefetin bu konuda yine
"Erdoğan'a yarar" kaygısıyla önce sessiz
sonra eleştirel olması ihtimali güçlü.
Umarım yanılırım. Ve bu konuda İsveç,
Finlandiya ve NATO başkentlerine seslenirler.
Türkiye'nin iktidar ve muhalefetiyle
ortak duruşta olmasının milli çıkarlarımıza
uygun olduğunu görürler.