Rusya'nın Ukrayna işgali bir ayı doldururken Cumhurbaşkanı
Erdoğan'ın heyetiyle olağanüstü NATO Zirvesi için dün Brüksel'deydik. 30 müttefik ülkenin liderleri, Ukrayna krizi çerçevesinde Rusya ve Doğu Avrupa'nın geleceğini konuşmak üzere bir araya geldi. Son krizde yoğun lider diplomasisi ve dengeli politikası ile öne çıkan Erdoğan, NATO karargâhında, devlet ve hükümet başkanları zirvesinin yanı sıra Fransa, İtalya, Estonya, İspanya ve Birleşik Krallık liderleri ile ikili görüşme gerçekleştirdi.
NATO Genel Sekreteri
Stoltenberg'in görev süresinin bir yıl daha uzatılmasında kuşkusuz Rusya ile yaşanan kriz etkili oldu.
Zirve bildirisi, usya'nın saldırganlığını "
Avrupa-Atlantik güvenliğine en vahim tehdit" olarak nitelendirdi. Ukrayna'ya siyasi ve pratik destek vermeye devam edileceğini vurgulayan bildiri, Rusya'yı kınamakla kalmıyor, detaylı şekilde Rusya'nın yapması gerekenleri sıralıyor. Bildiri, işgalin sona erdirilmesinden insani yardımlara ve açılması gereken koridorlara, nükleer reaktörlerin güvenliğinden Rusya'nın biyolojik ve kimyasal silah kullanma ihtimaline kadar birçok konuyu ele alıyor. Rusya ve Belarus'a yönelik yaptırımlara güçlü şekilde sahip çıkan bildiri NATO'nun açık kapı politikasına ve dışarıdan karışılmaksızın her milletin kendi güvenlik düzenlemesini seçme hakkına vurgu yapıyor. Ayrıca, Bulgaristan, Macaristan, Romanya ve Slovakya'da ilave
çokuluslu muharip güç kurulmasına karar verildi. Bu açıklamadan anlaşılan, her NATO üyesi savunma harcamasını artıracak.
Elbette NATO üyeleri, Rusya ile savaşa sürüklenmeden Ukrayna'ya maksimum askeri desteği vermeye çabalıyor. Bu dolaylı NATO desteğinden rahatsız olan Rusya belirli aralıkla nükleer silah kullanabilme ihtimalini gündemde tutuyor. NATO'nun Avrupa'daki savaşı Ukrayna ile sınırlı tutma yaklaşımının Polonya üzerinden ulaştırılan askeri yardımların Rusya tarafından vurulması durumunda etkisiz hale gelmesi de pekâlâ mümkün.
Doğu Avrupa ülkelerinin güvenliğinin sağlanması açısından NATO üyelerinin daha sıkı dayanışmaya girmesi gerektiği bir dönemde
ABD başta olmak üzere bu örgütün bazı üyelerinin Türkiye'ye yaklaşımını değiştirmesi gerekmekte. Ankara'nın beklentisi net: Madem ittifak dayanışmasını artırmak gerekiyor, prensip olarak her şeyden önce müttefikler birbirlerine yaptırım uygulamasınlar.
PKK ve FETÖ ile mücadelesinde Ankara'yı yalnız bırakan ABD ve AB, bu politikalarını yeniden ele almalı. Bir büyük güç olarak Rusya'nın uluslararası sisteme getirdiği belirsizlik ve muhtemel sonuçları Batı ittifakının yeni stratejik değerlendirme yapmasını zorunlu kılıyor. Son günlerde Erdoğan ile görüşen Avrupalı liderler, Türkiye ile ilişkileri toparlama yönünde olumlu mesajlar veriyorlar. Özellikle Almanya Şansölyesi
Scholz ve Hollanda Başbakanı
Rutte'nin Ankara ziyaretlerinde yaptığı açıklamalardan AB'nin Türkiye'ye soğuk duran ve savunma sanayisi alanında yaptırım uygulayan pozisyonu terk etmekte olduğu anlaşılıyor. Türkiye-AB ilişkilerinde canlanma için Erdoğan da AB'nin kısır çıkarlara teslim olmadan artık üyelik müzakerelerini açmasını ve Gümrük Birliği'nin güncellenmesi müzakerelerine süratle başlanmasını istedi. Ancak Rusya tehdidine rağmen Avrupa'nın Türkiye'ye bakışında stratejik dönüşümün çok zor olacağı anlaşılıyor. Son örnek AB'nin yeni güvenlik doktrini olarak adlandırılan "Stratejik Pusula"da Türkiye'ye verilen yer.
İkili çıkarlardan bahseden belge Türkiye'yi üyelik müzakeresinde bir ülke olarak görmüyor. En fazla, çok sayıda tehdidin olduğu bölgedeki bir komşu olarak niteliyor
Dahası, Yunanistan ve Güney Kıbrıs'ın dar çıkarları doğrultusunda Türkiye, Doğu Akdeniz'de güvenlik sorunu oluşturan bir konuma yerleştiriliyor. Ukrayna krizinden sonra güncellenmiş olsa bile bu belgenin hâlâ Türkiye'yi Birleşik Krallık gibi
"kapsamlı ve iddialı güvenlik ve savunma angajmanı" olma bağlamında görememesi Avrupa'nın stratejik körlüğünün tezahürü.
Yine de Rusya tehdidinin uzun vadeli sonuçlarının NATO'da başlayan dayanışma havasını güçlendirmesi ve zamanla Avrupa'yı da perspektif değişimine zorlaması beklenir. Rusya'yı karşısında bulan AB, Birleşik Krallık ve Türkiye ile birlikte kapsamlı bir güvenlik çerçevesine yönelmedikçe yeni bir güvenlik mimarisine ulaşamayacak.