Kemalist korkular, Türkiye’nin meydan okumaları
CHP hiç şaşırtmadı.
"İfade özgürlüğü", "sahte gündem" ve "emekli askerler mi darbe yapacak?" açıklamaları ile tartışmanın yükünü üzerine aldı.
Bu destek havasına ek olarak muhtıracı amiraller arasındaki CHP üyelerinin varlığı yüzünden Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından sorunun merkezine yerleştirildi.
Ayrıca, Erdoğan, darbeci geleneği ve destekçilerini kararlılıkla uyarırken TSK'yı sahiplenerek muhtıracılardan ayırdı. Emekli amirallerin ilk hedefinin TSK komutası ile kadroları arasına fitne sokma niyeti olduğunun farkındaydı.
Suriye, Irak, Libya ve Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin milli çıkarları için mücadele veren TSK'nın moralinin bozulmamasını önemsedi.
"Emekli subaylar mı darbe yapacak" söylemi aslına bakarsanız bir savunma argümanı bile değil.
DARBELER TARİHİ NE DİYOR?
Dünkü Sabah gazetesinde İsa Tatlıcan'ın tarihçi Prof. Dr. Cemil Koçak ile yaptığı söyleşide yer aldığı üzere Türkiye darbeler tarihinde tüm cuntaların arkasında emekli subaylar vardı.
Cemal Gürsel, Talat Aydemir ve Cemal Madanoğlu örnekleri gibi.
Yine Koçak'ın söylediği gibi 4 Nisan bildirisi tipi açıklamalar "her zaman darbe için işaret fişeği" oldu.
Ancak siyasetçilerden, aydınlardan ve işadamlarından aldıkları destek de hiç yabana atılmamalı.
Bu itibarla CHP başta olmak üzere birçok kesimin bir kez daha demokrasi testinde sınıfta kaldığı açık.
Emekli amirallerin bildirisinde üstü örtülü irtica tehdidi, "Atatürk ilke ve devrimlerinden uzaklaşma" tabiriyle örtülmüştü.
Bir amiralin sarık takmasıyla TSK'nın irticaya teslim olduğu fikri kamuoyunca sahiplenilir mi?
Elbette hayır.
Bakmayın AK Parti'ye yapılan "parti devleti" eleştirilerine.
Bir kitle partisi olarak 19 yıldır iktidarda olmasına rağmen AK Parti'nin devlet kurumlarında en az kadrolaşan parti olduğu görüşündeyim.
Kanal İstanbul'un Montrö Sözleşmesi'nin getirdiği kazanımları ortadan kaldıracağı yorumu, emekli amirallerin bildirisinin ana korkusuydu.
Bu korku 126 emekli büyükelçinin daha önceki bildirisinin de ortak noktasıydı.
Kemalist, seküler kesimlerin kaygılarına seslenen bu iki bildirideki Montrö kaygısının yersiz olduğu defalarca açıklanmasına rağmen bu ısrar neden? Bence bu ısrar iki konuya sıkı sıkıya bağlı.
Mavi Vatan vurgusuna rağmen, muhtıracı amiraller, Erdoğan yönetimindeki Türkiye'nin 2016 sonrasındaki dış politika hamlelerinin iddialarından çekiniyorlar.
Dahası, ABD, AB, Çin ve Rusya arasındaki büyük güçler rekabetinin getirdiği meydan okumalardan korkuyorlar.
Türkiye'nin kızışan bu rekabette etkili bir oyuncu olabileceğini düşünmüyorlar.
Yani, Batı ittifakı içerisinde ikincil konumda kalarak Türkiye'nin çıkarlarının korunabileceğini sanan Kemalist elit, gelen dünyanın risk ve tehditlerinden ürküyorlar.
Denge siyasetine inanmıyorlar.
Avrasyacı amiraller de aynı korkunun diğer yüzü durumunda.
Ankara'nın stratejik otonomi ile hareket edemeyeceği görüşündeler.
BAŞKA YOLU YOK
Halbuki 2010 Arap isyanlarından bu yana etrafımızdaki coğrafyada içe kapanmacı yaklaşımın Türkiye'ye ne sıkıntılar getirdiğini çok tecrübe ettik.
Suriye'ye geç müdahale milyonlarca mülteci ve YPG koridoru sorununu getirdi. Rusya ve ABD ile kafa kafaya geldik.
Daha sonraki Libya ve Dağlık Karabağ başarıları ise pro-aktif davranmanın sonucuydu.
Batılı müttefiklerimiz, AB ve ABD'nin Suriye'de bizi yalnız bırakması, onlarla ilişkilerin bozulmasının ana sebebi.
Son AB zirvesinde görüldüğü üzere Brüksel, ortaklık-katılım boyutuyla bakmıyor Ankara'ya.
Daha çok komşuluk çerçevesinde yaklaşıyor. Washington hâlâ yeni Türkiye politikasını oluşturabilmiş değil.
İçinde yer alabileceğimiz Çin veya Rusya bloğu diye de bir şey yok. Türkiye çevresindeki bölgenin krizlerinden kaçarak milli çıkarlarını koruyamaz. Büyük güç rekabetinde etkin olmak zorunda.
Elbette Pasifik-Hint bölgesindeki kapışmada birincil aktör olamayabilir.
Ancak Afrika, Avrupa, Akdeniz, Karadeniz, Körfez, Kafkaslar ve Orta Asya düzlemlerinde etkin aktör olma imkânı ve kapasitesi var.
Kemalist korkularla meydan okumaları karşılayamayız.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Sabah’a veda etmenin bu kadar zor olacağını biliyordum (20.05.2024)
- Yeni gelişmeler normalleşmenin seyrini nasıl etkiler? (17.05.2024)
- Değişim ama nasıl? (14.05.2024)
- Yeni Anayasa tartışması neden kaçınılmaz? (11.05.2024)
- CHP ve İyi Parti rol mü değiştiriyor? (10.05.2024)
- Kılıçdaroğlu mirası, Özel’in zorluğu (07.05.2024)
- Siyasette ‘yumuşama dönemi’ ne getirir? (04.05.2024)
- Yeni bir siyasi süreç (03.05.2024)
- İYİ Parti, Dervişoğlu ve üçüncü yol kaldı mı? (30.04.2024)
- Özel ve Kılıçdaroğlu’nun ‘siyaset’ kapışması (27.04.2024)